Dışarıdan gelen kuş cıvıltısı, kedi köpek sesi arasında taze ekmek! , simit! , börek! … sesleriyle huzur veren bir hafta sonundayız… Tüm kötü düşüncelerimizden, karamsarlıklarımızdan, korkularımızdan, yersiz eleştiri arzularımızdan ve memnuniyetsizliklerimizden sıyrılıp, huzura kulak verelim… Belki de bize anlatılmak istenen şeyi kötülüğün sesi bastırıyordur, bırakın camlardan içeri girsin huzur…

Çağın üzerimize yığdığı kargaşanın arasında bulamadığımız benliğimizi bulalım, bir tatlı sohbetin şifa olacağı ailemizle vaktin kıymetini tadalım… Zaman lütufkârdır kıymetini bilene, bir ölçüm birimine sığdırılmayacak kadar canlıdır aslında… Zamanın bir saniyesi dahi unutulmaz anılar sunabilecekken; saatleri, günleri umarsızca harcayanların hiçbir şeye zamanı yoktur mesela… Ama zaman, içinde koşanlar için çok bonkördür… Yani kıymet verdiğinizi de vermediğinizi de anlayacak kadar canlıdır zaman… Bomboş geçirdiğiniz bir günü anımsayın, çabucak akşam olur, bir iş bile sığmaz o koca 24 saate, bir gözü yatakta gün geçip gider… Bir de yoğun olduğunuz günleri anımsayın, bitmek bilmez, siz durmadıkça durmaz zaman da… Hayat zıtlıkların kerameti ile ya lütufkâr davranıyor bize ya da cimri oluyor. Yattıkça yatasınız geliyor mesela ve bir türlü dinlenilmiyor, halbuki tam aksi olmalı… Erken kalkanlar bilirler, güneşin güne teşrif edişine şahit olduğunuzda, güneş enerjisinden lütfeder size… Zihni, bedeni diri tutup çalıştıkça ruh dinçleşir ve bedenin aklı da gözü de yatakta değil verimlilikte olur. Bir poğaça gibi sabahtan akşama kadar bir köşeye yığılıp sosyal medyada sörf yapanlar için gün 1 saatken; aklını, bedenini ve ruhunu çalıştıranlar için gün 24 saat hatta daha fazla… Şimdi diyeceksiniz ki bu günler bir an önce geçsin gitsin, derdimiz bu günleri uzatmak değil, sıkıldık… Ancak anlayana kıymet olan şu günleri, bozuk para gibi harcayarak zamandan bereket bekleyemezsiniz... Zaman bize bir fırsat sundu, fırsatları görmezden gelip sonra da hayata isyan etmek, biraz şımarıklık değil mi… Kafelerde iki çay, bir kahve ile zaman kıyımı yapmak mı eğlenceliydi? Çoğu insanın sıkıldık kelimesindeki arzuları bu, kimse kandırmasın kendini… Kendinizle baş başa kalmak bu kadar mı korkutucu? Siz kendi kendinize tahammül edemezken, dünya ve insanlık sizinle nasıl baş edecek? Psikolojik rahatsızlıkları olanları anlayabiliriz, durumu olmayanları anlayabiliriz ki devlet de millet de onlar için seferber. Ancak bakıyoruz sıkılanlar; orantısız muhalefet kayığıyla gayya kuyusunda kaybolanlar, memnun olamayanlar çoğunlukla hasta değil, muhtaç değil yani şımarıklığının kölesi olanlar… Ki zaten dünya bu doyumsuzların yüzünden isyana kalkmadı mı? Evde kalmanız için o evi yuva yapmış olmanız yeterli, bir malikânem yok o yüzden ben evde sıkılıyorum demek şımarıklıktan başka bir şey değil ki görüyoruz, sosyal medyada soytarılık alanında uzman olanlar da o özendiğiniz malikânelerinde sıkılıyor, yani tekraren olay tamamen doyumsuzlukla alakalı… Şu yaşadığımız günler için sizce de şımarıklık büyük lüks değil mi? Şu günlerde birlikteliğin resmini çizen insanlara bakın mesela; kaldırdığınız aidiyetlerinizi sandıktan çıkarın, yıkayın ve asın balkonlarınıza… Evinizde bir ekmeğin hamurunu karın, donatmayın bu sefer sofraları, yetinmenin tokluğuna varın. Bedeninizin değil ruhunuzun açlığına kulak verin, sizi yaşatan o, ruhsuz bir bedenin bir et parçasından farkı nedir? Bu gidişle ruhunuzun açlığı 288 gün dayanmayabilir, birileri gibi işi katakulliye getirmezseniz o kadar günü de zor görürsünüz…

Önce şunu kavrayalım, virüsü Türkiye üretmedi, devlet milletle birlik içinde gerekenleri yapıyor, bu durumda bize de düşen aynalarla barışmak… Yaptığınız makyaj, giydiğiniz marka kıyafet size aynada kendinizi güzel gösterebilir… Ancak en doğal halinizle geçin bir ayna karşısına, bedeninize değil ruhunuza bakın… Dünya bir bilim kurgu seti gibi, aynalardan ruh dünyasına açılan kapılar sunmuş bize sanki, koltuğun üzerine mayalı poğaça gibi yayılıp zamanı iyice kızdırmayın, belki de kıymetini anlamak için daha fazla zamanınız yoktur…

Erken kalkın! Güneşin dünyaya teşrifine “hoş geldin” deyin ki hoşluk getirsin güne güneş… Ailenizle iseniz, kahvaltıyı sohbetle tatlandırın, Büyükleriniz başınızdaysa fırsat bu fırsat anlattırın geçmişi, söyletip dinlemek lazım ruhumuzun reçetesi bence budur. Sonra kendinizle kalın, bol bol kalın, bırakın telefonları bir kenara, kitapları da… Önce kendinizi okumalısınız; kendinizi okumadan okuduğunuz kitaplar, beyninize yük kamyonunun yığdığı eşyalar gibi yığılır, maazallah beyin obezitesine yakalanırsınız… Bedenin dört duvar arasında kalışı yeni ancak ruh uzun vakittir dört duvar arasında, açın ruhunuzun pencerelerini…