Bayramlar milli kültür içerisinde şekillenen, milli ve dini bakımdan önemli, bu nedenle de kutlanan günlerdir. Milli bir bayram olarak 30 Ağustos Zafer Bayramı ilk olarak 1924’te Dumlupınar’da Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin kazanılmasının ikinci senesinde Mustafa Kemal Paşa’nın da katıldığı bir törenle kutlanmıştır. Törende hem zafer kutlanmış hem de şehitler anılmıştır. Bundan iki yıl sonra 1926’da da Türkiye Büyük Millet Meclisinde çıkarılan bir kanunla 30 Ağustos’un ordunun bayramı olduğu kararlaştırılmıştır. 1926’dan itibaren her yıl kutlanan 30 Ağustos Zafer Bayramı bütün milletçe oldukça heyecanlı bir şekilde karşılanmış, bu günün anlam ve önemine yönelik çeşitli anma etkinlikleri düzenlenmiştir.

Bugün, 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz Harekâtı sürecinde 30 Ağustos 1922’de Yunan ordusuna karşı kazanılan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin 99. yıl dönümüdür. Aslında Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin sadece Yunan ordusuna karşı kazanıldığını söylemek yerine onu doğrudan doğruya destekleyen diğer Batılı emperyalist ülkelere yani İtilaf Devletleri’ne karşı kazanılmış bir zafer olarak değerlendirmek daha doğrudur. Türkler Anadolu’ya gelip burayı yurt tutmak istedikleri andan itibaren Batılı emperyalist ülkeler her fırsatta onları buradan atmak, geldikleri yerlere geri göndermek çabası içerisinde olmuşlardı. Bunu son olarak da Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında gerçekleştirmeye çalışmışlardı. Ancak Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile bu konu kapatıldı.

İtilaf Devletleri, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Anadolu topraklarını kendi çıkarlarına göre işgal edip parçalamaya çalışırlarken Türk milletinin gerçekleştirilen işgaller karşısında giriştiği özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi, elde ettiği zaferler, yazdığı Kurtuluş Savaşı destanı onların bu teşebbüslerini boşa çıkaracaktı. Başkomutanlık Meydan Muharebesi de kazanılan bu zaferlerin sonuncusu ve en büyüğü olma özelliğini gösterecek, yazılan destanın son safhasını teşkil edecekti. Nitekim kazanılan bu zaferin ardından emperyalist güçler, işgal altında tuttukları Anadolu topraklarından geldikleri gibi geri gideceklerdi. Anadolu’nun ebedi bir Türk yurdu olduğunu kabullenmek zorunda kalacaklardı. Böylece Doğu sorunu diye niteledikleri mesele de kapanacaktı.

Milli Mücadele dönemi içerisinde Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İtilaf Devletleri’nin destekleri ile İzmir’i işgal etmeleriyle başlayan devre her geçen gün gelişmiş ve bu işgaller Anadolu içlerine, Ankara yakınlarına kadar yayılmıştı. İtilaf Devletleri bu devrede Anadolu’daki Yunan işgallerini teşvik edip desteklerken maksatları, Ankara’da yeni kurulmuş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne Sevr Antlaşması’nı zorla kabul ettirmek, Anadolu’yu parçalamak ve Türkleri esaret altına almaktı. Fakat bu durum karşısında onlara en iyi cevabı “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” diyen Mustafa Kemal Paşa ve liderlerini takip eden Türk milleti verecekti. Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki Türk milleti esareti kabul etmeyeceğini onlara gösterecekti.

Yaşanan gelişmelere kısaca bakılırsa bu durum daha iyi anlaşılacaktır. Şöyle ki, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığında buraya ülkenin her tarafından mebuslar gelmişti. Yeni Meclise gelenlerin bir kısmı, Ankara’da hiçbir şeyin olmadığını, varlığa dair hiçbir şeyin bulunmadığını görünce yeise düşmüşlerdi. Bu durum karşısında bazılarına bu dava çürük gelmiş olacak ki, memleketlerine dönmeye karar verdiler. Bunlar geri dönerlerse Mecliste huzursuzluk olacağını anlayan Mustafa Kemal Paşa, kürsüye çıktı. Mebuslara hitaben onları heyecanlandıran ve gözyaşlarının akmasına sebep olan şu konuşmasını yaptı:

“İşittim ki bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek, memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla Milli Meclise davet etmedim. Herkes kararında hürdür, bunlara başkaları da katılabilirler.

Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatıyla, buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Hatta hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal, mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağı alır, bu şekilde Elmadağı’na çıkar, orada tek kurşunum kalana kadar vatanı müdafaa ederim. Kurşunlarım bitince bu aziz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunlarıyla yaralanır, temiz kanımı, mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna ant içtim”

YARIN: SAKARYA VE BAŞKOMUTANLIK MEYDAN MUHAREBESİ