İnsan böyle maçlarda ne yazacağını bilemiyor...

Öyle bir Milli Takım ki, şöyle ballandıra ballandıra, coşkuyla, zevkle, heyecanla yazabileceğiniz hiç, ama hiç bir şey yok...

Ne bir takım oyunu, ne bir ferdi hareket ve kabiliyet, ne de sahada futbolcuları canlandıracak bir atraksiyon. Rakibin baskılı oyununda vur topa ‘dan-dun’, uzaklaştır. Top çevirme adına hem kendini kandır, hem de izleyenleri, yani ya yan pas, ya da geri pas. Araya pas atmak, ver kaç yapmak, şut çekmek, kanatlardan bindirmek, hak getire.

Yan pas, geri pas...

Düşünün ilk tehlikeli şut 32. dakikada Cengiz’den. İkincisi 65’te Çağlar’dan. O da seken topla oluşan tehlike...

Gerisi fasa, fiso...

Basit pas hataları, gereksiz top kaptırmalar. Orta sahada rakibin presine boyun eğmek. Defanstan doğru dürüst top çıkartamamak.

Dünkü maçın özeti bu...

Belki gençleşiyoruz, belki yenileniyoruz, kabuk değiştiriyoruz. Belki çok bir araya gelemiyoruz ama sahada bir şeyler yapmak için çaba da sarfetmiyoruz. Lucescu’nun da takıma katkılarının olduğunu söyleyemeyiz. UEFA Uluslar Ligini unutmamız gerekiyor belki de. Umutlanmayıp, tecrübe kazanmaya, iskeleti oturtmaya çalışmalıyız.

Ha bu arada ligimizin en kötü stoperlerinden biri Neustadter’i de milli yaptığımızı unutmamak gerek. Adam 2016’dan beri oynadığı Rus Milli Takımı’nda ilk golünü maalesef bize attı.

İşin özü şu.

Eğer gençleşiyorsanız, bu yavaş yavaş olur. Tecrübeliler bir anda kenara itilmez, kullanılacağı zamana kadar, kullanılır. Sindire sindire yol alırsınız. Gençlere de zaman zaman yer verip tecrübe kazanmalarını sağlarsınız.

Böylelikle yenilenmeyi uzun vadeye yayarsınız. İnsanlar da Milli Takımını izlemekten az da olsa zevk alır.

Yoksa bu takım yapısıyla, yenilseniz ne olur, berabere kalsanız ne olur, yenseniz ne olur.

İzleyenleri sıkarsınız, ya da günlük mutluluk yaşatırsınız.

Kendinizi de kandırmaya devam edersiniz.