Bölgesel bir kolektif savunma örgütü olarak kurulan NATO, Soğuk Savaş sonrasında küresel bir güvenlik örgütü olarak ilgi, yetenek ve faaliyetlerinde bir dönüşüm süreci içerisine girmiştir. Bu doğrultuda, Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni güvenlik ortamında İttifak’ın varlığını kalıcı kılabilmek, dönüşüm sürecini dinamik tutabilmek ve üyeler arasındaki dayanışmayı artırmak amacıyla örgüt içerisinde birçok politika, kavram ve proje üretilmiştir. “Genişleme politikası”, “ortaklık politikası”, “füze savunma politikası”, “kapsamlı yaklaşım”, “mükemmeliyet merkezleri”, “çoklu gelecekler projesi”, “küresel ortaklar” ve “akıllı savunma” bu çerçevede sayılabilir. Bu teşebbüsler, İttifak’ın varlık nedeni olan Sovyetler Birliği tehdidinin yokluğunda, var olan yeni tehdit ve risklere yönelik olarak ve İttifak’ın devamını sağlamak için tasarlanmışlardır.

NATO’nun söz konusu kavram ve politikaları, Balkanlar, Afganistan ve Libya’da gerçekleştirdiği barışı destekleme operasyonları ile Somali’de deniz korsanlığı ile mücadele ve Irak’ta eğitim misyonu gibi İttifak’ın nüfuz alanını genişleten görevlerle de desteklenmiştir. Ortak tehdidin Soğuk Savaş döneminde olduğu kadar net olmadığı bir dönemde söz konusu faaliyetler NATO’nun devamını mümkün kılmıştır. “Birlikte çalışabilirlik” ifadesi NATO’nun resmi söyleminde İttifak içerisindeki dayanışmayı sürdürebilmek ve İttifak üyesi olmayan ülkeler ile de iş birliğini sağlayabilmek açısından kullanılmıştır. Ancak günümüzde birlikte çalışabilirliği sağlamak gerçekten zorlaşmıştır.

NATO İÇİ TARTIŞMALAR

NATO’nun faaliyetlerindeki bu dönüşüm 1991, 1999 ve 2010 yıllarında yayımlanan İttifak’ın stratejik konseptleri aracılığıyla da izlenebilir. NATO’nun stratejik konseptleri var olan uluslararası konjonktürü, güvenlik ortamını ve NATO’ya yönelik tehditleri tanımlayan ve söz konusu tehditlere karşı mücadele yöntemlerini tespit eden resmi metinlerdir. İttifak’ın mevcut son stratejik konseptinin kabul edildiği 2010 Lizbon Zirvesi sonrasında güvenlik algılamalarını değiştiren ve İttifak’ın güvenlik ve savunma politikalarının yeniden değerlendirilmesini gerekli kılan Arap Baharı, akabinde yaşanan Suriye krizi ile mülteci sorunu ve Ukrayna krizi gibi uluslararası nitelikli bölgesel gelişmeler gerçekleşmiştir.

Bu gelişmeler İttifak’ın varlık sebebi olan kolektif savunma görevinin ve caydırıcılığın İttifak içerisinde daha çok dile getirildiği bir süreci başlatmıştır. Ukrayna krizi, NATO içerisinde, İttifak’ın temel işlevi olan caydırıcılığın, test edildiği bir uluslararası sorun olarak ele alınmıştır. İttifak’ın güvenlik yaklaşımını etkileyen diğer bir gelişme ise Çin’in İttifak tarihinde ilk defa, ticaret savaşları bağlamında ve ekonomi, teknoloji ve siber savaş gibi konularda NATO içerisindeki siyasi tartışmalarda gündem hâline gelmesidir. 3-4 Aralık 2019 Londra Zirvesi Deklarasyonu’nda, NATO liderleri Çin’in artan nüfuzunun ve uluslararası politikalarının sonuçlarını görmezden gelemeyeceklerini kabul etmişlerdir. Çin’in İttifak tarihinde ilk defa, ticaret savaşları bağlamında ve ekonomi, teknoloji ve siber savaş gibi konularda NATO içerisindeki siyasi tartışmalarda gündem hâline gelmesi, İttifak’ın güvenlik yaklaşımını etkileyen bir unsur olması açısından çok önemlidir.

Ayrıca, koronavirüs salgınının küresel nitelik kazanması sonrasında Çin ile salgının yayılması arasındaki ilişki üzerine Trump yönetimi tarafından geliştirilen söylem ve bu söylemin Trump yönetimi tarafından da kesin olarak reddedilmemesi, NATO’nun özellikle Asya-Pasifik Bölgesi’nde daha görünür olacağının göstergesi olarak da kabul edilebilir.

Gündemi etkileyen Suriye ve Ukrayna krizleri, Güneydoğu Asya’daki mücadeleler ve Rusya ile bilhassa Çin’in küresel güç olma potansiyeli, NATO içerisinde gündem oluşturan uluslararası meselelerdir.

FİKİR AYRILIKLARI

Bu gelişmelerin yanı sıra 2010 sonrasında İttifak üyesi ülkeler arasında birçok konuda çok ciddi problemler yaşanmıştır. Uluslararası siyasetin gündemini yoğun biçimde etkileyen Suriye ve Ukrayna krizleri, Güneydoğu Asya’daki mücadeleler ve Rusya ile bilhassa Çin’in küresel güç olma potansiyeli, NATO içerisinde gündem oluşturan uluslararası meselelerdir. Günümüz uluslararası konjonktürü ve ABD’nin küresel gücünün göreli olarak azalması, ABD’nin Soğuk Savaş döneminde ya da sonrası ilk on yılda olduğu gibi uluslararası sorunlarda müttefiklerinin desteğini istediği ölçüde alamamasına neden olmaktadır.

ABD; Ukrayna krizi sonrasında Rusya’ya yönelik alınacak tedbirler konusunda, Suriye krizi ya da ticaret savaşları söylemi çerçevesinde Çin ile ilişkilerde özellikle Almanya ve Fransa gibi müttefikleri ile uyuşmazlıklar yaşamaktadır. Bu konulardaki fikir ayrılıkları ve genel olarak müttefik devletlerin jeopolitik önceliklerindeki farklılaşmalar, Transatlantik ilişkilerin kurumsal sembolü olan NATO içerisinde çeşitli konularda kendini göstermektedir. İttifak’ın kuruluşundan itibaren çeşitli dönemlerde gündemdeki yerini koruyan yük paylaşımı sorunu Trump yönetiminde daha yoğun bir şekilde gündemde tutulmuş, Avrupalı müttefikler bedavacı olmakla suçlanmışlardır. Avrupalı müttefikler ise ABD’nin dış politikasında gerçekleştirdiği öncelik sıralaması değişikliği çerçevesinde Afganistan, Irak ya da Suriye ile ilgili aldığı kararlardan duydukları endişeyi ve memnuniyetsizliklerini sürekli olarak ifade etmişlerdir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 7 Kasım 2019’da verdiği bir röportajda ABD ile NATO müttefikleri arasında stratejik karar alma süreçlerinde koordinasyon olmadığı ve bu açıdan NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiği yönündeki eleştirileri, söz konusu memnuniyetsizliğin kristalize hâlidir.

Türkiye açısından da NATO üyelerinin terör örgütleri PYD ve YPG’ye sağladıkları yoğun destek ve FETÖ ile ilgili gerekli adımların atılmaması, kabul edilemez nitelikteki konulardır. Bu konular karşısında bazı NATO üyelerinin tutumları, en hafif ifade ile müttefiklik ilişkisi içerisinde kesinlikle anlaşılamayacak bir konuma ulaşmıştır. Türkiye’nin hava savunmasını sağlamak maksadıyla müttefiklerinden alamadığı sistemi Rusya’dan temin etmesi de özellikle ABD tarafından sanki İttifak’ın tüm üyelerinin güvenliğini etkileyen büyük bir sorun olarak gösterilmektedir. Kısacası, söz konusu gelişmeler ve sorunlar, üye ülkeler arasındaki güvenlik algılamalarındaki farklılıkları gözler önüne sermesi açısından da anlam ifade etmektedirler.

SİBER TEHDİTLER

Resmetmeye çalıştığımız gelişmelerin ve sorunların var olduğu bir atmosferde 25 Kasım 2020’de ilan edilen “NATO 2030:Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik” başlıklı rapor, NATO içerisindeki dayanışmayı artırmayı hedeflemektedir. Rapor, Nisan 2020’de NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg tarafından özel olarak seçilen, aralarında Büyükelçi Tacan İldem’in de yer aldığı on kişiden oluşan uzmanlar grubu tarafından İttifak’ın siyasi rolünün artırılması ve İttifak içerisindeki dayanışmanın güçlendirilmesi amacıyla kaleme alınmıştır. Söz konusu amaçlar çerçevesinde raporda, 20 başlıkta 138 tavsiye yer almaktadır.

Bu başlıklar, NATO’ya yönelik tehditler, Rusya ve Çin’in politikaları, gelişen teknolojilerin güvenliğe yönelik etkileri, terörizm, NATO’nun güney kanadında yaşanan gelişmeler, silahların kontrolü ve nükleer caydırıcılık, iklim değişikliği, çevre ile ilgili sorunlar, insani güvenlik, salgın ve doğal felaketler, dezenformasyon, hibrit ve siber tehditlere karşı mücadele, siyasi birlik ve uyumun korunması, NATO-AB iş birliği, NATO ortaklıkları, İttifak içi danışma ve karar alma gibi konuları ihtiva etmektedir. Bu noktada, NATO’da kararların konsensüs ile alınmasının üye ülkeler açısından hayati bir önem taşıdığı hatırlanmalıdır.

Bir örnek vermemiz gerekirse, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin NATO ile üyelik ya da ortaklıklar aracılığı ile resmi olarak irtibatlı kılınmamasının en önemli sebebi söz konusu karar alma usulüdür. Raporda, üye ülkeler arasındaki dayanışmayı güçlendirmek için kararların daha hızlı alınması tavsiye edilmektedir. Konsensüs usulü değiştirilmeden doğrudan bakanlık düzeyinde veto edebilme yöntemi ile ablukaların daha da zorlaştırılması önerilmektedir. Raporda, İttifak’ın yeni bir stratejik konseptte duyduğu ihtiyaç vurgulandığı gibi mevcut konseptte yer alan kolektif savunma, kriz yönetimi ve iş birliğine dayanan güvenlik görevlerinin muhafaza edilmesi de ifade edilmektedir.

Türkiye’nin hava savunmasını sağlamak maksadıyla müttefiklerinden alamadığı sistemi Rusya’dan temin etmesi de özellikle ABD tarafından büyük bir sorun olarak gösterilmektedir.

TÜRKİYE AÇISINDAN NATO

Rapor, yayınlandığı tarihten sonra farklı boyutları ile tartışılmış ve NATO’daki dayanışmanın devamı açısından ya da yeniden tesisi açısından önemli ve olumlu bir adım olarak değerlendirilmiştir. Biden yönetiminin Trump yönetiminden daha farklı olarak ile Transatlantik ilişkilerin önemine yaptığı vurgunun 2030 Raporu’ndaki hedeflere ulaşmak açısından anlamlı olduğu da ifade edilebilir. Rapor, 2030’a kadar NATO üyelerinin bireysel politikalar üretmek yerine kolektif olarak hareket ederek eski müttefiklik ruhunun canlandırılabileceğini tahayyül etmektedir. 14 Haziran 2021’de gerçekleştirilecek NATO Zirvesi’nde bu amaçlar için atılacak adımlar, NATO yetkilileri tarafından dile getirilmektedir.

Ancak bu noktada, İttifak içerisinde ortak tehdit algılamaları arasındaki farklılığı unutmamak gerekmektedir. Söz konusu amaçlara ulaşmak ve NATO’nun bir savunma örgütü olarak varlığını devam ettirebilmesi, İttifak üyelerinin NATO’nun hedefleri ve amaçları konusundaki sorulara net ve uyumlu cevaplar verebilmelerine bağlıdır. Bu bağlamda, Türkiye açısından bazı NATO üyeleri tarafından cevaplanması gereken en önemli soru ise, Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve siyasal bağımsızlığına yönelik faaliyet içerisinde olan terör örgütlerine yönelik “terörizme karşı ortak mücadele” söylemi çerçevesinde NATO üyelerinin tutumlarının ne olacağı olmalıdır.