Şimdi de bunları kendi sözleri ile ortaya koyalım:

Atatürk’ün milli egemenlik anlayışı:

O, “milli egemenlik” kavramı ile ilgili olarak çok önemli tespitler yapmıştır. Devlet kuran bir lider olarak milli egemenliğin sınırlandırılmasına, bölünmesine “egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir” diyerek karşı çıkmıştır.

“Kayıtsız şartsız” tabiriyle belirtilen egemenliği, milletin üzerinde tutmak demek, bu egemenliğin bir zerresini, sıfatı, ismi ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir. Bununla kastettiğim manayı kolaylıkla anlayabilirsiniz.”

Milli egemenliğin milletin ortak değerlerinin ürünü olduğunu belirten Atatürk, egemenliğin bölünemeyeceği gibi ortak kabul etmeyeceğini de sık sık vurgulamıştır:

“Millî emeller, millî irade, yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin birleşmesinden ibarettir.”

“Kuvvet birdir ve o, milletindir.”

“Egemenlik, hiçbir mana, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve belirtide ortaklık kabul etmez.”

“Arkadaşlar! Türkiye Devleti’nde ve Türkiye Devleti’ni kuran Türkiye halkında tacidar yoktur, diktatör yoktur! Tacidar yoktur ve olmayacaktır; çünkü olamaz! Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yotur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır, o da millî egemenliktir.

Yalnız bir makam vardır, o da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.”

Millet iradesine, milli egemenliğe bu kadar değer veren Atatürk, buna uymayanların sonunun da hüsran olacağını belirtmektedir:

“Millet önünde, onun bağımsızlığının temini önünde, onun liyakat, ilerleme ve yenileşmesi önünde her kuvvet, ancak milletin irade ve emeline uymak suretiyle yaşayabilir. Milletin irade ve emeline uymayanların talihi acıdır, yok olmaktır.”

MİLLİ İRADENİN GÜCÜ

“Millî egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.”

Atatürk, milletin varlık kavgasının, milleti refaha ve mutluluğa götürecek olan bütün alanlardaki mücadelenin tek şartı olarak “milli egemenlik” ilkesini görmektedir. 1923 yılında bunu çok açık bir şekilde ifade etmiştir: “Bir millet, varlığı ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün fikrî ve maddî güçleriyle alakadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son devirde idare tarzımız, buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilatımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir. Bugün, bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Millî egemenlik!”

“Süngü ile silahla, kanla elde ettiğimiz zaferden sonra, kültür, ilim, fen, ekonomi gibi alanlarda zafer kazanmak için çalışacağız. Milleti refah ve mutluluğa götürecek bu alanlarda güvenle, başarıyla yürüyebilmek ise, yalnız bir şarta bağlıdır. Bu şart bulunmazsa o alanlarda başarımız imkânsızdır.

Bu şart şudur: Milletin, doğrudan doğruya kendi egemenliğine kendisinin sahip olmasıdır!”

Atatürk, Fransız İhtilali’nin altyapısını oluşturan ve ihtilalin dünyaya yaydığı “hürriyet, eşitlik ve adalet” gibi fikirlerin gerçek anlamda hayata geçirilebilmesini de doktriner milliyetçiliğin arka planındaki “milli egemenlik” fikrine dayandırmaktadır. Ona göre, bütün bunların korunması milli egemenliğin varlığına bağlıdır. Onun için milli egemenlik kıskanç ve uyanık bir şekilde korunmalıdır: “Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması, ancak ve ancak, tam ve kesin anlamıyla millî egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası, millî egemenliktir. Toplumumuzda, devletimizde hürriyet sonsuzdur.

YARIN: YENi TÜRKIYE’NiN YAPISI