BİZANS MUHİPLERİ RUM PATRİKHANESİ VE AYASOFYA-6

Avrupalı emperyalist ülkeler ile Yunanlılar ve Rumlar, devamlı olarak Ayasofya’yı dini ve siyasi bir faktör olarak kullanmışlardır. Ayasofya, hem Bizans’ı diriltme çabalarının hem de İstanbul ve bütün Anadolu üzerindeki Yunan-Rum ideallerinin önemli bir sembolü olarak görülmüştür.

Bu dönemde, kiliselerin sadece nümayişlerin düzenlenmesi ve gerçekleştirilmesi ile yetinmeyerek, Rum çetelerinin silahlandırılmasında da rol oynadıkları görülüyor. Kiliseler, bazı Rum-Yunan terör örgütleri tarafından İstanbul’a getirilen silah, üniforma ve cephanelerin saklanıp, depolandığı ve sonra uygun bölgelere sevkiyatının yapıldığı yerler haline gelmişti. Venizelos, hatıralarında bu konuda şunları söylüyor:

“Bana verilen ve daha sonra bazı tecelliyatı ile de hakikate intibak ettiği tespit edilmiş olan teminata göre, bilcümle küçük-büyük şehirler ve kasabalardaki kiliseler ve Rum okulları tamamen birer silah deposu haline ifrağ edilmişlerdi. Bu netice için, o mahalde yaşayan Rumlar, büyük bir basiret ve cesaret göstermişler; Türklerin milletlere olan hürmet ve mahalli okullara bahşettikleri haklarından istifade etmişlerdir.”

Görüldüğü gibi, sadece İstanbul kiliseleri ve okulları değil, diğer şehirlerdeki Rum kiliseleri ve okulları da aynı şekilde silah deposu haline getirilmiştir. Ayrıca, güya sefalete düşmüş, yiyecek ve giyecek sıkıntısı çekmekte olan Rum halkına yardım iddiasıyla, sandıklar içinde eşya getirmekte ve bunları da kiliselerde dağıtmaktaydılar. Osmanlı hükümeti, bu eşyanın aslında askerî elbiseler, her çeşit silah ve çok sayıda cephane olduğunu tespit etmiştir.

Nitekim Mavri Mira heyeti ve çalışmaları hakkında “Gayet gizlidir” işaretli, Harbiye Nezareti’nin orduya, ordunun da 11.8.1919’da bazı valiliklere gönderdiği bir tamimde bu durum şu şekilde belirtiliyor:

“İstanbul Patrikhanesinde ve Yunan konsolosluğunda silah ve cephane depo edilmiştir. Umum kiliselerde üniforma vardır. Bu silah ve cephaneyi Kılkış zırhlısı getirmektedir.”

AYASOFYA’YI KİLİSEYE DÖNDÜRME ÇABALARI

Mondros Mütarekesi’nden sonra patrikhane ve kiliselerin üzerinde en çok çalıştıkları bir diğer konu da, genel olarak İstanbul’daki bütün camiye tahvil edilmiş kiliselerin ve özellikle Ayasofya’nın kilise haline getirilmesi/döndürülmesi olmuştur. Arkasında İngiltere ve Fransa gibi dönemin emperyalist Hristiyan Avrupa ülkelerinin ve onların kiliselerinin bulunduğu bu çaba ve çalışmaların Mondros Mütarekesi sonrasında hızla artığı görülüyordu.

Bu konudaki çalışmalar, daha 1919 yılının şubatında başlamıştır. 1 Şubat tarihinde patrikhanede yapılan bir toplantıda, Beyoğlu Edebî Silogosu’ndan (Beyoğlu Edebiyat Cemiyeti), İstanbul’da camiye tahvil edilmiş kiliselerin kesin bir listesinin istenilmesi kararlaştırılmıştır.

Bu faaliyet, sadece İstanbul’a münhasır bir hareket değildi. Avrupa’da, Canterbury Başrahibi’nin başkanlığında kurulan komiteler, tarihi kiliseleri esas şekillerine döndürmekle görevlendirilmişlerdi.

Avrupalı emperyalist ülkeler ile Yunanlılar ve Rumlar, devamlı olarak Ayasofya’yı dini ve siyasi bir faktör olarak kullanmışlardır. Ayasofya, hem Bizans’ı diriltme çabalarının hem de İstanbul ve bütün Anadolu üzerindeki Yunan-Rum ideallerinin önemli bir sembolü olarak görülmüştür. Prof. Dr. Luvaris bu konuda “... Şimdi Konstantinopol ve bilhassa yeniden canlanan Lagos’un mabedi Ayasofya Kilisesi bu ümitlerin müşahhas bir sembolü haline geldi... Ayasofya’da düşmanın gelmesiyle yarım kalan mukaddes ayin, büyük kilise duvarları arasında kaybolan patriğin bütün ihtişamıyla tekrar ortaya çıkmasıyla devam edecektir...” demektedir.

Mütarekenin yarattığı uygun ortamı fırsat bilen Rumlar, Ayasofya’yı tekrar kilise yapmak için harekete geçtiler. Bu konudaki teşebbüsler arasında, Bolşeviklerin zulmünden kaçtıklarını iddia eden Rusyalı “on binlerce Rum ailesi”nin İstanbul’a yerleştirilmesi ve Ayasofya civarındaki Müslümanların evlerinin zengin Rumlar tarafından yüksek fiyat verilmek suretiyle satın alınması işi de vardı. Bu durum karşısında, Osmanlı hükümeti bazı tedbirler almak lüzumunu hissetmiştir. Vükela Meclisi, 28 Mayıs 1919 günkü toplantısında, “bu gibi hallerde ferağ muamelesine meydan verilmemesini, elden çıkarılmak istenilen mahallerin Evkaf Nezareti’nce bedelleri tesviye edilmek suretiyle satın alınması cihetine gidilmesini ve bu hususta Hayderîzâde İbrahim Efendi’nin başkanlığında bir komisyon kurulmasına karar altına aldı.”

Buna rağmen, patrikhane ve Rumlar, Ayasofya’yı ele geçirmek kararından hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir. Bu işi ani bir gece baskınıyla halletmek istiyorlardı. Bu düşünceyle, atlas üzerine işlenmiş iki buçuk metre genişliğinde bir Yunan bayrağı, işgal kuvvetlerinin de yardımıyla büyük bir çan hazırlamışlardı. Bu haber, Rum semtlerinde coşkunluğa, mızıkalarla şenlik yapmaya sebep oluyor; diğer yandan, patrikhane de orada ayin yapmak için hazırlanıyordu. Rauf Orbay’ın hatıralarından öğrendiğimize göre, “İzmir’den gelen Rum Metropoliti (Hrisostomos), Galata’da bir kilisede, etrafına toplananlarla Ayasofya’ya çekecekleri Yunan bayrağını takdis için merasim yapmıştır.”

Ayasofya ile ilgili bu Rum çalışmaları, tahrikleri Türk milleti üzerinde de büyük bir tesir yapıyordu. Bir gün İstanbul’da, “Ayasofya’ya çan takıyorlarmış!” diye bir söylenti çıktı. Bu yüzden, büyük bir Müslüman halk kitlesi Ayasofya’ya koştu. Ancak hâlâ orada Türk askerlerinin nöbet tuttuklarını görmeleri bu insanları rahatlattı.

Rumların ve Yunanlıların bu konudaki faaliyetleri oldukça başarılı sayılabilir. Çünkü gerek İngilizler ve gerek Fransızlar Ayasofya’nın tekrar kilise haline getirilmesi fikrini benimsemiş görünmektedirler. Mesela, Lloyd George, 2 Ocak 1918 tarihli memorandumunda, “İstanbul, bilhassa Doğu dünyasının kozmopolit ve milletlerarası bir şehridir. Ayasofya -ki dokuz yüz yıl önce bir Hristiyan kilisesi idi- tabiatıyla eski hüviyetine iade edilecektir” diyordu.

Lord Granville de, İngiliz başbakanından farklı düşünmüyor, bu konuda bir anlaşma(!) teklif ediyordu: “Şu kadar ki, her bir Rum’un Ayasofya’ya karşı duygusu, Müslümanların Mekke’ye, Yahudi veya Hristiyanların Kudüs’e karşı besledikleri duygudan çok daha fazladır. Acaba, en sonunda, muhtemelen sakınılması mümkün olmayan şeyin yapılması, Ayasofya’nın şimdiki Türk hükümeti ile anlaşarak şimdiden Hristiyan kilisesi haline çevrilmesi mümkün değil midir?”

Müsteşar Berthelot, Fransa hükümeti adına tekemmül ettirilen barış şartları çerçevesinde şu teklifte bulunmuştur: “Dinî bakımdan bütün camiler masûn kalacak, sadece Ayasofya eski zaman anıtı olarak bunun dışında tutulup, orada muhtelif dinî ibadetler müstesna, Müslüman ibadetine izin verilmeyecektir.”

Esasında, Ayasofya’nın kiliseye dönüştürülmesi meselesi, patrikhanenin ve Rumların yaptıkları faaliyetlerden sadece bir tanesidir. Gördüğümüz gibi, patrikhane ve kiliseler, artık 1918-19 yıllarında tam manasıyla bir ihtilal cemiyeti veya teşkilatı, yani terör örgütü olarak çalışmakta ve aşağı yukarı bütün Rum faaliyetlerini organize etmektedirler. Mütareke döneminde faaliyet gösteren ve çeşitli konularda çalışan yaklaşık on beş kadar Rum-Yunan terör örgütünün pek çoğu Fener Rum Patrikhanesinin bünyesinde kurulmuştur. Megali İdea’nın hedefinde olan bütün Türk topraklarındaki Rum-Yunan işgal ve ilhak için gerçekleştirilen terörist faaliyetler patrikhane-metropolithaneler- kiliseler silsilesi ile yönetilmiştir.

NOT: Bu çalışmanın kaynakları ve daha geniş bilgi için şu eserimize bakınız: Ali Güler, Sorun Olan Yunanlılar ve Rumlar, Türk- Ar Yayınları, Ankara, 2007.

BİTTİ