Çanakkale Zaferi’nden bir yıl önce Türk ordusu, cihan devletinin muzaffer orduları tarihinin en büyük hezimetini yaşamış, adına “Balkan faciası” denilen bir zillete muhatap olmuştur. Türk milleti bu zilleti kabullenmeyecek, Çanakkale’de emperyalizmin yenilebileceğini gösterecek ve Kurtuluş Savaşı’na yeni bir inanç ve iman ile girecektir.

104. Yılı’nı idrak ettiğimiz 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi, Türk milleti için yeni bir silkiniş, adeta yeni bir doğuş olmuştur. Yaklaşık 300 yıldır devam eden yenilgiler, geri çekilmeler, kayıplar, göçler, acılar en son Balkan Savaşları’nda yaşadığımız bozgun Türk milletini adeta yok olma noktasına getirmişti. Yirmi dört milyon kilometre karelik bir coğrafyada hüküm süren cihan devletimiz beş milyon kilometre kareye sıkışmış, Türklük, Anadolu, Batı Trakya ve Ortadoğu’ya sıkışmış idi. Anadolu’nun doğusundaki bazı topraklarımız da yaklaşık kırk yıldır Rus işgali altında idi.

Çanakkale Zaferi’nden bir yıl önce Türk ordusu, cihan devletinin muzaffer orduları tarihinin en büyük hezimetini yaşamış, adına “Balkan faciası” denilen bir zillete muhatap olmuştur. Balkan yenilgisi sonunda bir ay içerisinde bugünkü topraklarımızın 1/5’inden daha fazla toprak; 167 bin kilometre kare, 33 vilayet, 158 ilçe, 6.5 milyon nüfus; bir başka ifadeyle Meriç Nehri’ne kadar Avrupa’daki toprakların tamamı ve Ege Adaları kaybedilmiştir. Serhat şehrimiz Edirne güç bela kurtarılabilmiştir.

İşte bu bozgunun yarattığı büyük travma bir yeniden doğuş için de zemin hazırlayacaktır. Türk milleti bu zilleti kabullenmeyecek, Çanakkale’de emperyalizmin yenilebileceğini gösterecek ve Kurtuluş Savaşı’na yeni bir inanç ve iman ile girecektir.

Çanakkale Zaferi onun için çok önemlidir. Bu zaferle kazanılan özgüven, emperyalizmin yenilebileceğinin görülmesi, Türk milletine Kurtuluş Savaşı’na kalkışma cesaretini verecektir. Kurtuluş Savaşımız, başta lideri Mustafa Kemal Paşa olmak üzere hem yöneticiler hem de milletimiz bakımından bir cesaret ve cüret işidir. Birinci Dünya Savaşı’nda savaşabilir insan varlığının, başta hayvan olmak üzere ekonomik varlığının yarısını yitirmiş, orduları dağıtılmış, silah ve cephanesi elinden alınmış, 6 devletin işgaline uğramış, 8 yıl içinde peş peşe 3 büyük savaş yaşamış ve savaştan bıkmış bir milletin tekrar 6 devlete karşı yeni bir savaşa kalkışması tam anlamıyla bir cesaret ve cürettir. Bu cesareti yaratan da Çanakkale’de kazanılan zaferdir.

TÜRK MİLLETİ BİR KAHRAMAN BEKLİYOR

Daha önceki bazı yazılarımızda belirtmiştik. Türk tarihi bir bakıma kahramanlar tarihidir. Bizim tarihimizden büyük kahramanları çıkarttığınızda geriye pek bir şeyin kalmadığı görülecektir. Sosyologların “kahraman kültü” olarak ifade ettikleri bu durum, Türk aile sisteminden devlet geleneğine ulaşan bir anlayışı yansıtmaktadır. Türk milleti en zor şartlarda önüne inandığı, güvendiği bir kahraman çıktığı zaman harikalar yaratan bir millettir.

Balkan bozgunu yılları, Türk milletinde tarihi ve sosyolojik bir duyguyla böyle bir kahraman beklentisi yaratmıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında yazarlar ve şairler içine düşülen bu durumu, adeta Ergenekon’a sıkışmış, çıkış arayan Türk milletinin durumuna benzeterek, kendisine önderlik edecek bir Bozkurt’un beklendiğini yazmaya başlamışlardır.

Mesela Ömer Seyfettin 18 Mart 1914’te Tanin Gazetesi’nde yayımlanan “Türklerin Milli Bayramı Yenigün 22 Mart” başlıklı yazısında, 1900’lerin başında Türklerin ikinci defa Ergenekon durumuna düştüklerini, ikinci defa bir “Bozkurt” beklendiğini yazmaktadır:

“Türklerin sinelerinde olan ‘Ergenekon’ hatırasından ilham alan bugünün şairleri var. Son Balkan felaketleri nihayet Lüleburgaz’dan Ergene’nin öbür tarafına kovuluşumuzu yad ederek milli ve şuurlu sazını çalan soydaşımız, Türklüğün bütün zafer ve azametlerini söyledikten sonra,

(…)

Yurt girince yad eline,

Ergenekon oldu yine!

Çıkmaz mı bir Börteçine?

Nurlanmaz mı çerâğımız?

Diyor. Bugünkü Türklüğün perişan ve esir halini tıpkı ‘Ergenekon’a benzetiyor. Bir kurtarıcı, bir Bozkurt, bir Börteçine temenni ediyor.”

Şu halde, 1910’lu yıllarda yaşayan kuşaklar, ülkenin içine düştüğü durumu Ergenekon’a benzetmişler ve bir Bozkurt beklemişler. Aynı yılları benzer duygu ve düşüncelerle yaşamış olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu da 1946’da yayımlanan “Atatürk” isimli eserinin başlangıcında,

“Bizim ilk gençlik yıllarımız bir milli kahramana hasretle geçti” demektedir.

Ruşen Eşref Ünaydın, Şevket Süreyya Aydemir gibi yerli ve Nazrul İslam gibi yabancı (Pakistanlı) pek çok yazar ve şair bu beklentiyi ifade etmişler ve Mustafa Kemal’i beklenen kahraman olarak ilan etmişlerdir. İşte o beklenen Bozkurt, kahraman Çanakkale’de doğacaktır. Özellikle 8.5 ay (259 gün) süren Çanakkale Kara Muharebeleri Mustafa Kemal isimli kahramanı Türk milletine armağan edecektir.

MUSTAFA KEMAL’İN ÇANAKKALE CEPHESİ’NDEKI GÖREVLERİ

Bilindiği gibi Birinci Dünya Harbi’nde Mustafa Kemal, Askerî Ataşeyken, Osmanlı Devleti harbe girmişti. Bunun üzerine, “devlet harbe girmişken, ben Sofya’da sefaret içinde rahat salon hayatı yaşayamazdım,” diyerek Başkomutanlık’tan vazife istemiş ve kendisine yeni teşkil edilen 19’ncu Tümen Komutanlığı verilmiştir.

Mustafa Kemal, 24 Şubat 1915’te, 57’nci Alay ile Maydos (Ecebata)’a geldiğinde (72 ve 77’nci alaylar sonradan gelecekti) bölgede 9’uncu Tümen’in 26 ve 27’nci alayları bulunuyordu. Bu alaylar da emrine verilerek kendisi Maydos Bölgesi Komutanlığı’yla görevlendirilmiş ve sorumluluk bölgesi olarak Ece Limanı, Seddülbahir ve Morto Limanı arasındaki bölge verilmiştir. Bu komutanlığın (Maydos Bölgesi Komutanlığı) aynı zamanda 3’ncü Kolordu ve Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı’na, hem idarî hem de taktik bakımından bağlı olduğu emredilmiştir.

Yb. M. Kemal’in Çanakkale’deki ilk faaliyetleri işte bu “Maydos Bölgesi Komutanlığı” devresindedir. Bilahare 5’nci Ordu’nun kurulmasını müteakip Ordu İhtiyat Tümen (19’ncu Tümen) Komutanlığı görevini almıştır.

Arıburnu’nda harekât başladıktan sonra M. Kemal, bu cephede 16 Mayıs 1915 tarihine kadar, muharebe şartları gereği bir kolordudan fazla olan kuvvetleri sevk ve idare etmiştir. 17 Mayıs 1915 günü yapılan yeni bir gruplanmayı müteakip, yeniden 19’uncu Tümen Komutanlığı görevine dönmüştür. Bu görevi 8 Ağustos 1915’e kadar devam etmiş ve bu tarihte Anafartalar Grup Komutanı olmuştur.

Bu yeni görevi de 10 Aralık 1915’e kadar devam etmiştir.

ÇANAKKALE’DE MUSTAFA KEMAL’İN ROLÜ

Çanakkale’de Türk ordusunun kuvvet durumu göz önüne alındığında, 2 ordu komutanı, 18 kolordu komutanı, 39 tümen komutanı, 104 alay komutanı olmak üzere; alay ve daha üst düzeyde toplam 163 komutan, 6.920 subay, beş yüz bin er-erbaş savaşa katılmıştır. Esat Bülkat Paşa, Cevat Çobanlı Paşa, Fevzi Çakmak Paşa, Kazım Karabekir, Selahattin Adil, Cafer Tayyar Eğilmez gibi pek çok ünlü komutan bu cephede görev almıştır.

Savaşın başında 19. Tümen Komutanı olan Yarbay Mustafa Kemal bu 163 komutandan birisidir. Fakat o, kara muharebelerinde savaşın kaderini değiştirecek işlere imza atmıştır. Savaşı “Anafartalar Grup Komutanı” olarak ve başarılarından dolayı “Anafartalar Kahramanı” olarak tamamlamıştır. Mustafa Kemal’in askeri dehasının ortaya çıktığı yer de Çanakkale’dir.

Özet olarak söylersek, Harp Tarihi uzmanlarımızdan Dr. İsmet Görgülü’nün tespitlerine göre Mustafa Kemal Atatürk beş defa İstanbul’u kurtarmıştır. Yani Çanakkale’de mağlubiyeti önlemiştir. Çanakkale’de mağlubiyet demek İstanbul’un düşmesi demektir. Onun için “İstanbul’u kurtarmıştır” denilir. Onun için “payitahtı, yani İstanbul’u kurtaran kahraman” denmişti.

Mustafa Kemal, Birincisi 25 Nisan (Conkbayırı), ikincisi 7 Ağustos (Conkbayırı), üçüncüsü 9 Ağustos (1. Anafartalar Zaferi), dördüncüsü 10 Ağustos (Conkbayırı) ve beşincisi 21 Ağustos (2. Anafartalar Zaferi) tarihlerinde olmak üzere beş büyük zafere imza atmıştır.

SAVUNMA TERTİBİ KONUSU

Çanakkale Muharebeleri’nin bütün dünyayı ilgilendiren önemli siyasî, askerî, sosyal, kültürel ve ekonomik sonuçlar doğurduğu bilinmektedir. Bu stratejik sonuçların alınmasında, M. Kemal’in büyük katkısının olduğunu bütün dünya kabul etmektedir.

Gelibolu Yarımadası’na düşmanın yapacağı denizden çıkarma ve kara taarruzlarına karşı savunulması ana mesele idi. Bilindiği gibi, iki çeşit savunma şekli vardır. “Oynak Savunma” ve “Mevzi Savunma” (Kıyı savunması). Oynak savunma, düşmanın kıyıya çıkmasına müsaade ederek ve kıyıda zayıf birlikleri yerleştirerek düşmanın içerlere ilerlemesine müsaade edilen bir savunma şeklidir. Oynak savunmanın esası, düşmanın geride, esas birliklerle içeride imha edilmesine dayanır ki, geniş araziye ve manevra kabiliyetleri yüksek, süratli birliklere ihtiyaç gösterir.

Mevzi savunma ise, düşmanın her ne pahasına olursa olsun kıyıda, karaya çıkar çıkmaz imha edilmesi esasına dayanır. Burada asıl muharebe hattı kıyı olarak tespit edilir ve düşman içeriye sokulmaz.

Çanakkale’de gerek arazinin dar olması gerekse Türk ordusunda manevra kabiliyeti yüksek olan süvari birliklerinin az miktarda bulunmasından dolayı şartlar esaslı bir kıyı savunmasını, mevzi savunmayı gerektiriyordu.

Başta Mustafa Kemal olmak üzere, Türk ordusunun yüksek rütbeli subayları düşmanın, mevzi savunma ile daha kıyıda iken imha edilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Fakat 5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders, harbin başından sonuna kadar savunma tertibinde hatalı hareket etmiştir. O, mevcut duruma tamamen ters olan “Oynak Savunma” esasını benimsemiş ve bu yüzden, kıyı kuvvetle savunulmadığı, kuvvetin çoğu bu kesimde bulundurulmadığı ve düşmanın kıyıya çıkmasına müsaade edildiği için 8,5 ay düşmanı denize dökmek mümkün olmamış ve durmadan Türk kanı akmıştır.

Eğer, M. Kemal’in görüşü dikkate alınmış olsaydı, belki de böyle bir netice ile karşılaşılmış olmazdı.

TARİHÇİ, DR. ALİ GÜLER [email protected] YARIN: ÇIKARMA BÖLGELERİ