Geçmişte yaşanan ve yaşanmaya devam eden depremler gösteriyor ki, Türkiye deprem kuşağı bölgesini oluşturuyor. Türkiye, deprem şiddeti ölçüsünde tarihinde sırasıyla şu depremleri yaşamıştı.

          Türkiye toprakları içinde yaşanmış 7.9 şiddetindeki en büyük deprem 1939 tarihinde Erzincan’da meydana gelmişti. Daha sonra 7.2 şiddeti ve üzerindeki 1930 Hakkâri depremi, 1976 Çaldıran depremi, 1999 Gölcük depremi, 2011 Van depremi, 1970 Gediz depremi, 1999 Düzce depremi, 1943 Tosya-Ladik depremi, 1944 Bolu-Gerede depremi, 1953 Yenice-Gönen depremi yaşanmıştı.

          En büyük can ve mal kaybını Gölcük depremi, İzmit depremi, Marmara depremi ya da 17 Ağustos 1999 olarak anılan Kocaeli/Gölcük merkezli depremde yaşamıştık. Bu deprem, Richter ölçeğine göre 7,5 Mw büyüklüğünde gerçekleşmişti. Ondan sonraki yıllarda da Türkiye’nin birçok bölgesinde can ve mal kaybı az, şiddeti düşük birçok deprem yaşadık.

          2020 yılı içinde can ve mal kaybı olan 6.8 büyüklüğündeki Malatya-Elazığ depremini ve maalesef son olarak 6.9 büyüklüğündeki İzmir depremini yaşadık… İzmir’deki depremde hayatını kaybedenlerin sayısı dün itibarıyla 109 kişiye ulaşmıştı. Kurtarma ekipleri canla başla hâlâ çalışıyor. Depremden saatler sonra 14 yaşındaki İdil’in, 4 yaşındaki Elif’in, 3 yaşındaki Ayda’nın kurtarılması acılar içindeki milletimize bir nebze de olsa sevinç gözyaşları akıttırdı. İzmir’deki deprem de bundan önceki depremler gibi geride büyük acılar bıraktı. Aileler dağıldı. Geride yetimler, öksüzler bıraktı. Allah’tan niyazımız yeni acılar yaşanmasın ama deprem kuşağında olan ülkemizde korkularımız, tedirginliklerimiz hâlâ devam ediyor.

          Her deprem sonrası tartışılan eksiklikler, sorunlar, önlemler tam manasıyla ortadan kaldırılmadığı için, önümüzde yaşanacak depremde de aynı konuları tartışmaya devam edeceğiz görünmektedir.

          “Hırsız, üçkâğıtçı, vicdansız, merhametsiz müteahhit” tiplemesi dünlerde de var, bugünlerde de… Bu profildeki müteahhitler yüzünden Türkiye’nin her yerinde acılar yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz. Devletimiz dünlerde bu müteahhitler tarafından yapılmış yapıları tekrar denetime tabi tutmalı, depreme dayanıksız olan binaları bir an önce ortadan kaldırmalıdır. Depremde acılar yaşatacak kaçak yapılara karşı affedici değil, caydırıcı cezalar uygulanmalıdır. Bir mahallede yüzlerce bina yerinde duruyor da bir iki tanesi yerle bir oluyorsa bu o binalar yapılırken malzemeden çalındığının ispatıdır.

          Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve il-ilçe belediye başkanlıkları el ele vererek yeni deprem acıları yaşanmaması için seferberlik başlatmalıdır. Bu konuda organize çalışacak, alanında uzman ekipler oluşturulmalıdır. Türkiye beşik gibi sallanırken, sürekli değişik bölgelerde deprem olurken kaybedecek zaman yoktur. Bundan sonra yapılacak her yapı, her bina çok sıkı denetim ve kontrolden geçirilmelidir.

          Deprem uzmanları İstanbul ve bölgesinin bir depremde büyük acılar yaşayabileceğini sürekli vurgulamaktadır. Bu bölgede bir deprem beklendiği sık sık ifade edilmektedir. Nüfusun, kaçak ve denetimsiz yapının en çok olduğu İstanbul’dan başlamak üzere, deprem riski olan tüm iller ve ilçelerde denetim seferberliği başlatılmalıdır. Aksi hâlde her deprem sonrası aynı nakarat ve aynı tartışmalar devam edecektir.

          Çünkü her deprem sonrası değişecek bir şey olmamaktadır. Elazığ ve Malatya depremi sonrası neyi tartışıyorsak, İzmir depremi sonrası da aynı tartışmalar sürüyor.

          Bu bir hükümet-muhalefet meselesi de değil, Türkiye’nin en temel meselesidir. Herkes taşın altına elini koymalıdır.

          MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin dün ifade ettiği “İller bazında hazırlanacak deprem master planlarının süratle icrası, kentsel dönüşüm çalışmalarının kararlılıkla devamı, çürük binalara zamanında müdahalelerin yapılması, yapı denetimlerinin eksiksiz ifası, hatta ihtiyaç duyulan Deprem Bilim Kurulunun teşkili akla gelen ilk tedbirlerden bazılarıdır. Biliyoruz ki hayatları söndüren deprem değil tedbirsizliktir. Kaçak binalar, kaygan zeminler, hırsız müteahhitler, denetim kusurları, tehlikeyi hafife alan düşüncesizlikler, bana bir şey olmaz pervasızlığı çözülmesi gereken öncelikli sorunlar arasındadır” şeklindeki sözleri, depremlerde yaşadıklarımızın ve alınması gereken önlemlerin özeti olmuştur.

          Ben, böyle bir ortamda CHP’nin iftira, yalan propagandalar yapmasını bir türlü anlamıyorum. Neyi söylüyorlarsa yalan, neye el atıyorlarsa çürük çıkmaktadır. CHP artık saçma sapan, akıl ve mantık dışılığı bırakmalı ve her olayı kaos ve kriz fırsatçılığına dönüştürme huyundan vazgeçmelidir. İzmir Belediyesini yıllardır CHP’nin yönettiğini unuttuklarını hatırlatarak, bu konuda suçlu arama çığırtkanlığını bırakarak artık yapıcı muhalefet olma durumuna geçmelerini tavsiye ediyorum. Bu mümkün değil ama sorumluluk adına biz yine de tavsiyede bulunmuş olalım.

          Korona oluyor istismar, sel oluyor istismar, çığ düşüyor istismar, deprem oluyor istismar… Böyle sürekli kriz ve kaos arayan bir muhalefet anlayışı mı olur? Kaldı ki on binlerce kişiyi öldüren terör örgütü PKK ve uzantılarıyla iş tutan CHP’nin her şeyi sahtekârlıktır, aldatma ve kandırmacadır.

          Türk milletinin acıları, sorumluluk sahibi olan herkesi birleştirmelidir. Tek derdimiz milletimiz acı yaşamasın ve yaşadığı acılar en düşük düzeyde kalsın olmalıdır. Biz öyle bir milletiz ki, 3 yaşındaki çocuk günler sonra kurtuldu diye sevinçten oturup saatlerce gözyaşı döken bir milletiz. Bu millete acı değil, hep huzur yaşatılmalı, yaşadığı acılar hafifletilmelidir.

          Yeni deprem acılarının yaşanmaması için başta AK Parti hükümetine, devletin tüm yetkili birimlerine büyük sorumluluk düşmektedir. İzmir depremi de gösterdi ki, depreme karşı önlemler konusunda saniye kaybedecek vaktimiz yoktur.

          Bundan sonra deprem enkazı altından günler sonra kurtulan İdil, Elif, Ayda gibi çocukların ve diğer vatandaşlarımızın hâline sevinç gözyaşları dökmek yerine, onları hiç enkaz altına sokmayacak tedbirleri alalım… Önlem alırsan deprem öldürmüyor, binanı sağlam yaparsan deprem yıkamıyor. Her şeyin özet mesajı işte budur.