Atatürk’ün yetişme döneminin önemli isimlerinden ve onun görüş ve uygulamaları üzerinde derin etkileri bulunan Tevfik Fikret ve Ziya Gökalp de şiirlerinde, gençliğe çalışmak görevleri ve çalışkan olmak nitelikleri ile ilgili ciddi mesajlar vermişlerdir.

ATATÜRK’E GÖRE TÜRK GENÇLİĞİNİN NİTELİKLERİ (19 MAYIS’IN 101’İNCİ YILINDA) -5

İnsan, çalıştığı işi, eli altında veya kafasının içindeki eserini, büyümekte ve yükselmekte gördüğü zaman ne büyük zevk duyar… Bu zevk bütün zahmetleri; saban arkasında dökülen terleri, sanatkârın, düşünürün bazen pek acılı olan yorgunluklarını derhal unutturur.”

Annesi Zübeyde Hanım’ın vefatından bir gün sonra 16 Ocak 1923’te İzmit’te düzenlediği ve çok önemsediği basın toplantısında Atatürk, milletimizin ihtiyacı olan tek şeyin “çalışkan olmak” olduğunu ifade etmiştir:

“Milli hedef belli olmuştur. Ona ulaşacak yolları bulmak zor değildir. Önemli olan, çetin olan, o yollar üzerinde çalışmaktır. Denilebilir ki, hiçbir şeye muhtaç değiliz; yalnız tek bir şeye çok ihtiyacımız vardır: Çalışkan olmak.”

Atatürk aynı basın toplantısında, kalkınma çalışkan milletlerin, “mutluluk yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır.” diyecektir. Türk genci sadece “toplumdan ne isteyebilirim?” diye düşünmemeli, “Türk milletine ne verebilirim, nasıl yararlı olabilirim?” diye de düşünmelidir. Her isteğin beraberinde bir yükümlülük ve sorumluluk getirdiği asla unutulmamalıdır.

Atatürk’ün yetişme döneminin önemli isimlerinden ve onun görüş ve uygulamaları üzerinde derin etkileri bulunan Tevfik Fikret ve Ziya Gökalp de şiirlerinde, gençliğe çalışmak görevleri ve çalışkan olmak nitelikleri ile ilgili ciddi mesajlar vermişlerdir.

TEVFİK FİKRET’TEN GENÇLERE ŞİİR

Tevfik Fikret, “Ferda” isimli şiirinde gençliğe görevlerini hatırlatıyor ve kendisine emanet edilen vatana sahip çıkmazlarsa geleceğe karşı sorumlu olacaklarını belirtiyor:

“Gençler, bütün ümmid-i vatan (vatanın ümidi) şimdi sizdedir / Her şey sizin, vatan da sizin, her şeref sizin.”

“Her şey vediadır sana, ey genç unutma ki / Senden de hesap arar ati-i müşteki (şikâyetçi gelecek)”

Tevfik Fikret, milletin tarihteki şanının mahvolmayacağını, çünkü gençliğin damarlarındaki kanın, yakın tarihi kahramanlık sayfalarıyla dolduran “dünkü kan” olduğunu belirtiyor. Gençliği ağın bilimini, teknolojisini fethetmeye çağırıyordu:

“Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır; / Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır.”

Atatürk’ün ve cumhuriyetin fikri geri planındaki en önemli isimlerden Ziya Gökalp de T. Fikret gibi aynı çağrıyı tekrarlıyordu:

“Yenildik, sebebi geride kalmak, / İntikam: Düşmanın ilmini almak!”

Osmanlı Devleti’nin çözülme sürecinde ve cumhuriyetin kuruluşunda etkili olan bütün düşünce adamlarının eserlerinde bu tespit ve teşhisin dile getirildiğini biliyoruz. İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un da Safahat’ında tembelliğe, miskinliğe adeta savaş açtığını ve “çalışmak” ile “çalışkan olmak” konusunu sık sık dile getirdiğini biliyoruz.

İnançla dolu, dindar ve aldığı veteriner hekimlik eğitiminden dolayı müspet bilimleri ve Batı’yı çok iyi tanıyan Akif, birçok şiirinde, gerektiği şekilde çalışmayıp her şeyi Allah’tan bekleyen, “tevekkül”ü yanlış anlamış “kaderci” kişilere ateş püskürür. Akif, Safahat’ta yer alan, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” şeklindeki Zümer Suresi 9. Ayet’in Meali hakkındaki şiirinde şöyle seslenmektedir:

“Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık, Silkin de: Muhitindeki zulmetleri yak, yık! Bir baksana: Gökler uyanık, yer uyanıktır; Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır! Eyvah! Bu zilletlere sensin yine illet... Ey derd-i cehalet, sana düşmekle bu millet, Bir hâle getirdin ki, ne din kaldı, ne namus! Ey sine-i İslâm’a çöken kapkara kâbus, Ey hasm-ı hakiki, seni öldürmeli evvel: Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el!”

Bilgisizlikten ve ilimden, akıldan uzaklaşılmasından dolayı İslam’ın birçok konuya bakışının insanlar tarafından nasıl yanlış anlaşıldığı Akif kadar Atatürk’ü de meşgul etmiştir. “Çalışma” ve “çalışkanlık” konusu da bunlardan biridir.

ÇALIŞMAK DİNİMİZDE VAR

İslam dini “hiç ölmeyecek gibi çalışmayı” emreden, miskinliği ve tembelliği reddeden bir dindir. Hazreti Peygamber, “önce devenin ayağını bağla, sonra tevekkül et” diyerek, tedbirsiz tevekkülü eleştirmiştir. “Bu yalan dünya bize lazım değil” felsefesi, İslam’ın özüne aykırıdır. “İslamiyet’te, cennet hareketsizliğin ve tembelliğin değil, dünyada yapılan iyi işlerin ödülüdür.”

Atatürk İslam’ın çalışma konusuna bakışı hakkında şunları ifade etmiştir:

Bizim dinimiz çalışmayanın insanlıkla alakası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler asri (çağdaş) olmayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslamların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir?

Atatürk bir başka konuşmasında yine bu konuya değinmekte ve “Allah’ın emri çok çalışmaktır” demektedir:

“İslam ehlinin uğradığı zulüm ve sefaletin elbette birçok sebepleri vardır. İslam âlemi dini hakikatlere uygun olarak Allah’ın emrini yapmış olsaydı, bu akıbetlere uğramazdı. Allah’ın emri çok çalışmaktır. İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan çok çalışmaya mecburuz.

Çalışmak demek, boşu boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre, ilim ve fenden ve her türlü medeni icat ve buluşlardan azami derecede yararlanmak zaruridir.”

Bu noktada Mehmet Akif Ersoy’un “Vaiz Kürsüde” şiirinden bir bölümü daha vermek istiyoruz. İslam’ın “kader” ve “tevekkül” esaslarının nasıl yanlış anlaşıldığı ve bunun Müslümanları nasıl bir olumsuz sonuca sürüklediğini ne güzel anlatıyor:

“(…) Dilenci mevki’i, milletlerin içinde yerin! Ne zevki var, bana anlat bu ömr-ü derbederin?

Şimâle doğru gidersin: Soğuk bir istikbâl, Cenûba niyyet edersin: Açık bir istiskâl!

“Aman Grey! Bize senden olur olursa meded...

Kuzum Puankare! Bittik...

İnâyet et, kerem et!”

Dedikçe sen, dediler karşıdan: “İnâyet ola!”

Dilencilikle siyaset döner mi hey budala?

Siyasetin kanı: Servet, hayatı: Satvettir,

Zebûn-küş Avrupa bir hak tanır ki: Kuvvettir

Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri,

Üzengi öpmeğe hasretti Garb’ın elçileri!

O ihtişâmı elinden niçin bıraktın da,

Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?

“Kadermiş!” Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru;

Belânı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu.

Taleb nasılsa, tabî’î, netice öyle çıkar, Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var?

“Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!

Sonunda bir de “tevekkül “ sokuşturup araya,

Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya! (…)”

ATATÜRK’TEN GENÇLERE ÖĞÜT

Atatürk çalışmanın önemini vurgularken, gençliğe çalışkan olmalarını öğütlerken bir gerçeği de belirtmektedir: Herkesin gücü, yaradılışı, yeteneği bir değildir.

Ama herkes görevini yapar, herkes çalışkan olursa, refaha kavuşmuş, mutlu, güçlü bir toplum meydana gelir. İleride de ülkemize karşı saldırgan emeller besleyenler mutlaka çıkacaktır. Bunların umutlarını kıracak şekilde, yalnız askerlikte değil siyaset, yönetim ve ekonomik yönlerden de çok güçlü olmak zorundayız. Bunun için de çok çalışmaya mecburuz. Atatürk 6 Aralık 1922 günü Hâkimiyet- i Milliye gazetesine verdiği demeçte bu konuyu şu şekilde anlatıyor:

Allah’ın milletimize yaradılıştan verdiği yetenekleri en üst derecede geliştirmek; memleketimize bağışladığı bütün kuvvet ve servet kaynaklarından en iyi biçimde yararlanarak güçsüzlük sebeplerini ortadan kaldırmak için, bundan böyle, hiçbir fırsatı ve zamanı boşa harcamayarak, çalışmaya mecburuz.

Atatürk hayatı boyunca Türk gençlerine çalışkanlık öğüdü vermekten, “çalışkan olma görevini” hatırlatmaktan geri kalmamıştır. O, asırlık ihmallerden bahsederek, Türk çocuğunun zeki olduğunu, fakat zekâsına güvenmemesini, devamlı çalışmasını söylemiştir:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk’ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün Batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, Ey Türk Çocuğu, o kabahat senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin!.. Bu belli. Fakat zekânı unut!.. Daima çalışkan ol!..”

Cumhuriyetin kuruluşunun onuncu yılının kutlandığı 1933 yılının 29 Ekim’inde en önemli nutuklarının birini veren ve “Ne mutlu Türk’üm diyene” diyerek konuşmasını bitiren Atatürk, orada da aynı konuyu işlemiş ve “Geçen zamana oranla daha çok çalışacağız. Daha az zamanda daha büyük işler başaracağız” demiştir.

Manevi evlatlarından Ayşe Afetinan’ın aşağıda okuyacağınız hatırasından da anlaşılmaktadır ki, Atatürk çalışkan bireylerin oluşturduğu bir milletin geleceğe güvenle yürüyebileceğini düşünmüş ve gençlere “yorulmadan beni takip ediniz” demiştir:

“Atatürk, Türk milletine en büyük nasihatini şu üç kelimede hülasa etmiştir (özetlemiştir):

Türk! Öğün, çalış, güven.

Bu sözleri Ankara’daki Güvenlik Anıtı için yazdırırken yanında bulunmuş ve izahlarını dinlemiştim. O, diyordu ki:

Türklük esastır. Bu mevcudiyeti, tarih içinde araştırmak, müselsel (devamlılık) bir tarih içinde, tespit edilecek Türk medeniyeti ile öğünmek yerinde olur. Fakat bu öğünmeye layık olmak için bugün çalışmak lazımdır. Her sahada, bilhassa medeniyet âlemine eser vermek için çalışkan olmayı hedef tutmalıdır.

26 Mart 1937’de ise o, gençlere hitap ederken şöyle diyor:

‘Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız.

Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi, durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir.

Yorgunluk her insan, her mahlûk (yaratılmış) için tabii bir haldir. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlenmeden yürütür.

Sizler, yeni Türkiye’nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz… Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.’

İşte Atatürk, çalışkan fertlerin teşkil ettiği bir milletin geleceğe güvenebileceğini düşünmüştür. Tarihiyle övünebilen, çalışmasına dayanabilen milletler istikbaline güvenle bakmakta elbette haklı olacaklardır.” Atatürk’ün “çalışmak” kavramına getirdiği bir diğer boyut da, “gelecek nesillerin mutluluğu için çalışmak” konusudur.

Millet sevgisi ile insanlık sevgisini bağdaştırmayı bilen Atatürk, “millete efendilik yoktur.

Millete hadimlik (hizmet etmek) vardır.” demiştir. Onun güzünde, hayattaki bir kişiyi mutlu edecek şey, “kendisi için değil, kendisinden sonra gelecek olanlar için çalışmaktır.” “Hayatta tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir.” Atatürk’e göre, “ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşama ve ilerleme imkânlarına kavuşturabilirler.”

KENDİNE VE MİLLETİNE GÜVENMEK

Atatürk’ün çocukluk ve ilk gençliğini geçirdiği dönem Osmanlı Devleti’nin pek çok bakımlardan sıkıntılar yaşadığı, bilinen sona doğru adeta koşar adım yaklaştığı bir dönemdi. Halk arasında “93 Harbi” olarak da bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve sonrasında imzalan Berlin Antlaşmas,ı Osmanlı Devleti’nin tasfiye sürecini başlatmıştı.

YARIN: TARİHİNİ BİLMEYENİN GELECEĞİ OLAMAZ