Bir ürünü, hizmeti, malı satarken müşteri üzerinde güler yüzüyle, ilgi ve alakasıyla güven oluşturan, o ürünü alarak hayatınızın en doğru kararlarından birisini vermiş olacağınız intibaını yaratan pazarlama ustaları vardır.

Bu samimiyet tantanasının ömrü paranın müşteriden alıcıya aktarılmasına kadar sürer. İstenmeyen bir durum oluştuğunda baştan taahhüt edilen tüm sorumlulukları hiç söylenmemiş kabul eden bir yüzsüzlükle karşılaşılır.

Son dönem Türk siyasetinde, hayatın içerisinden gelen bu örneğe can veren isim Ekrem İmamoğlu oldu.

2019 yerel seçimlerinde mahalle mahalle, pazar pazar salınarak oy avcılığı yaparken güler yüzüyle hizmet sözü veren, “Sana oy vermeyeceğim” diyenlerden bile “Dua isteyecek” kadar samimiyet parıldayan bir makyajı vardı.

İBB koltuğu onu hangi rüya alemlerine daldırıp halktan çok uzaklara, adeta bir fildişi kuleye çıkardıysa, kendisine oy vermiş bulunan seçmen kitlesinin hizmet beklentilerini bile yerine getiremeyen bir bezginliğe saplandı.

Sokak sokak gezen adam, “aradığınız belediye başkanına şuan ulaşılamıyor” moduna geçti.

Selde, kar yağışında, biyolojik arıtmada, kamunun acil hizmet beklediği alanlarda sınıfta kalırken, tatilde, dış ülke ziyaretlerinde, yabancı elçilerle görüşmelerde, görev kapsamının dışındaki siyasi polemiklerde ön sıraya geçti.

Kendisi tarafından biriktirilen tüm bu olumsuz imaj ve algı yığınağına rağmen İmamoğlu Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda her gün hayal tazelemeyi sürdürüyor.

Genel Başkanı Kılıçdaroğlu tarafından önüne çekilen “Aday olmayacak” setine rağmen, “Aday değilim” açıklamasını yapmadı. Satır arası mesajlarla adaylık konusunda partisinin ilk önceliğinin kendisi olması gerektiğini ima ediyor.

CHP’li milletvekilleri, gazeteciler bile onu savunma pahasına defalarca rezil duruma düşmüşken İmamoğlu hala arkasında güçlü bir halk desteği olduğu kuruntusunda.

Onun Cumhurbaşkanı adayı olarak şişirilmesi, henüz İBB koltuğuna oturur oturmaz başlatılan bir süreçti.

Beylikdüzü Belediyesi’nde Makarios heykeli gibi birkaç skandalı dışında hizmet namına ismini duyuramamış birisi, İBB’de rüştünü ispat etmesini bile beklemeden “sıradaki Cumhurbaşkanı” olarak takdim edildi.

Kendisine “proje” diyenlere “Ben Cumhuriyetin projesiyim” şeklinde, taşı gediğine sokma telaşıyla cevap yetiştirmeye çalışıyordu ancak görev koltuğuna oturduğundan bu yana hizmetteki yetersizlikleriyle, HDP ve Selahattin Demirtaş’a olan sempatisiyle, Yunanistan’da atalarının yurdunu ziyarete gelen Yunanlı olarak karşılanması gibi örneklerle yer edindi.

Ekrem İmamoğlu geçtiğimiz haftalarda, Türkiye Cumhuriyeti’ne olan hasmane tutumuyla Almanya içerisinde bakanlığa kadar yükselmiş olan Cem Özdemir ile aynı fotoğraf karesinde buluşarak milli meselelerdeki netameli siciline bir yenisini daha ekledi.

Bırakın Cumhurbaşkanlığı gibi bir makamı, yeniden İBB Başkanı olma iddiasındaki hiçbir siyasetçi Türk milletine “soykırımcı” iftirasını atan ve Türkiye’ye her alanda yaptırım çağrısı yapan Cem Özdemir gibi bir Batı devşirmesi figürle aynı fotoğraf karesinde yer alma gafletine düşmez. İmamoğlu düşüyor, tıpkı “Bu kadarı da yapılmaz” denilen tüm yanlışlara imza attığı gibi. İmamoğlu’nun kendisini eleştirenlere verdiği yanıt, “Benim tarzım bu, toplum buna alışacak” şeklindeydi. Fakat bu tarz, hiç de öyle Cumhuriyet projesi kokusunda değil. Onun hareketleri daha çok, Türkiye’nin milli müktesebatını ve uluslararası duruşunu dejenere etme talimatı almış bir görevlinin hareketleri.