Mutlu bir hikâye
Bu gerçek hikâyeyi; ailesinden uzak, fedakâr Türk hemşirelerine ithaf ediyorum)
Daha dört yaşındaydı…
Babası her akşamüzeri onu anneannesinden alıp eve götürürdü…
Anne babası çalıştığı için gündüzleri anneannesindeydi…
Dedesiyle futbol oynamaya, akşama kadar tablet ve cep telefonunda film seyretmeye bayılıyordu. Bir de dedesiyle caddedeki çay ocağına gitmeyi, kendisi ve dedesine birer bardak çay ısmarlamayı, çaycıyla Beşiktaş sohbetini seviyordu. Çay keyfinden sonra dedesiyle doğru markete gidip bir şeyler alırlardı…
Markette bazı çocuklar gibi mızmızlık etmez, dedesiyle karar verdikleri yiyeceği alıp çıkardı. Büyümüş de küçülmüş bir adamdı yani…
Annesi hemşireydi…
On beş günde bir, yirmi dört saatlik nöbete kaldığı için alışıktı bir iki gün annesini görmemeye… Üstelik geceleri babası yanındaydı…
Abisi liseye başlamıştı ve yatılı okuduğu için hafta sonları onu görebiliyor, çok özlediği halde belli etmiyordu ama o gelince bol bol ona dalaşıyor, kızdırıyor, abisinin burnundan getiriyordu.
İki haftadır salgın nedeniyle okullar tatildi… Herkes evdeydi ama annesi hemşire olduğu için sabahın erken saatlerinde hastaneye gidiyor, akşam dönüyordu…
Yaşlılar ve çocuklara sokak yasaktı… Ama o gün…
Annesi akşamüzeri eve geldiğinde yüzü maskeliydi, ateşi vardı, sesi bozuktu ve tedirgindi…
Televizyonda hep bulaşıcı bir hastalıktan bahsediyorlardı…
Aslında her şeyi biliyordu, virüs diye bir şey herkese bulaşıyor ve bazıları ölüyordu…
Dedesine “Lütfen sigara içme, ölmeni istemiyorum” deyip duruyordu…
*
O gün annesi evde ağlamaya ve telaşla kendine lâzım olacak eşyalarını toplamaya başladı. Hastalık testi pozitif çıkmıştı ve hastanede kontrol altında olması lâzımdı…
Hemen babası, dedesini ve anneannesini çağırdı eve…
Onlar telaşla ve üzüntü içinde geldiklerinde o kendini odasına kapatıp, tablette oyun oynamaya başlamıştı… Lâkin kulağı hep konuşulanlardaydı…
Babası ona “Anneni nöbete çağırıyorlar, abinle dedenlerde kalın bu gece” dediğinde yüreciğine kocaman bir hasret çöküvermişti…
Ama ağlamadı, annesinin maskeli yüzüne, onun gözlerine mahzun baktı…
Annesi eşyalarını aldı, kendi anne ve babasıyla vedalaştı ve babasıyla hastaneye doğru yola çıktı… Onlar da dedesinin evine gittiler.
Gidiş o gidiş, küçük yürekli çocuk, tam on beş gün anneciğini göremedi…
*
O gece anneannesiyle yattı ama uyanıp uyanıp “ışığı söndürme anneanne” diyordu. Küçücük yüreğine acı düşmüştü… Abisi bilgisayarında saatlerce virüs hakkında bilgi aradı, üzüldü, endişelendi, kimseye belli etmedi…
Sabah çok zor oldu…
Uyandıktan sonra abisiyle biraz oyun oynadı, arada annesini sordu, cep telefonunda annesiyle konuştu.
Annesinin hemşire ve doktor arkadaşları onu odanın kapısından ziyaret edip yiyecek içecek getiriyor, ona arada ilaç veriyorlardı…
Gün geçtikçe annesinin sesi düzeldi, morali yerine geldi, ona sık sık gülümsedi, “Oğluşum iyi misin? Ben iyiyim bak, bir iki güne geleceğim” dedikçe, “Tamam anneciğim, üzülme, seni çok seviyorum” dedi.
Her gün dedesiyle koridorda top oynadı, o yaşta öğrendiği futbol numaralarını dedesine gösterirken ter içinde kaldı… Sonra ders çalışan abisine sataştı, biraz iki erkek çocuk olarak boğuştular, abisi de onu sahiplenmek ve uslu durmasına ikna etmek için azarlayınca ağlamayı sürdürdü. Dedesine devamlı abisini şikâyet etti.
Sağlığı için sokağa çıkma yasağını koca koca adamlardan iyi bellemiş, her gün ihtiyaçlar için markete giden dedesine “Maskeni takar mısın, ellerini yıkadın mı, sigara içmiyorsun değil mi?” diye ikaz etmekten bıkmadı…
O küçük yürek, içinde anne hasretini, onun kavradığı hastalığını ağlayarak dışarıya vuruyordu…
DEVAM EDECEK