1453, küffara kıyamettir

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
1453, küffara kıyamettir

 “Bendeki bu sevinci görürsüz,

Konstantiniyye fethine sevinir sanman

Akşemseddin benim zamanımda

Olduğuna sevünürün.”

Fatih Sultan Mehmed Han

 

Mekânı cennet olsun rahmetli dedem Hacı Mehmet Turgut Akgün Beyefendi ve Allah uzun ömürler versin ilk öğretmenim halam Kamile Başıbüyük Hanımefendi çok küçük yaşlarımdan itibaren bana Türk tarihinden, Türk edebiyatından çok güzel bilgiler aktardılar. Bu sayede ilkokulda başlamadan okuyup yazmayı öğrendim ve seviyeme göre Türk edebiyatından, tarihinden metinleri severek okudum. Özellikle İstanbul’un fethi çok ilgimi çekti. Fetih ile alakalı da çok yazı ve kitap okudum ancak bir eksik taraf olduğunu da hissettim. 

Üniversite öğrenciliğim sırasında rahmetli Cahit Tanyol ile tanıştım. Cahit Bey fethe dair 53 gün kadar İstanbul’da saha çalışması yürütmüş lakin o da bir eksik taraf olduğu kanaatine varmıştı. Kendisi yine İstanbul’da eski bir kabristandaki mezar kitabelerine göz atarken bu ölüler şehrinde İstanbul kuşatmasında şehit düşenler de uyumaktadır diye düşünür. Silik bir kufi yazı ile yazılmış kırık bir mezar taşını okurken omuzuna bir el dokunur. Cahit Bey derviş kılıklı bir kişinin kendisine baktığını görür. Saçı sakalı birbirine karışmış, sırtında at kılından bir cübbe ve elinde bir topuz vardır. Cahit Bey’e seslenir. Şol erler ve erenler kimi ararsın? Onlar kapılarda ve hendeklerdedir der. Kırık bir Garipname Türkçesiyle konuşan bu şahısla surlara doğru yürürler, yıkık bir sur parçasının üstüne çıkarlar ve o şahıs eliyle Likus Vadisi’ni (bugünkü Vatan Caddesi) göstererek canlar en çok burada Hakk’a yürüdü der. Cibali Kapısı’na kadar yürürler orada bir kitabenin önünde dururlar. Cahit Bey’e dönerek; Sultan’ı görmek istersen hücum kapısına var Akşemsettin’i sor der ve gözden kaybolur. Kitabede silik bir yazı vardır: "Hüvel halla-kul baki haza kabri Cebe Ali 857." (Cebe Ali İkinci Murat’ın subaşısıydı. Kendisi at kılından bir cübbe giydiği için Cebe Ali adını almış. İstanbul’un fetholunduğu son büyük hücumda iki bin öğrencisi sufi/ asker ile Pote kapısını ele geçirdikten sonra şehit düşmüştür. Fetih’ten sonra bu kapıya izafeten Cibali kapısı denmiştir.)

Anadolu'nun Türk-İslamlaşmasında düşünce ve eylem özleşmiş ve bir atılıma dönüşmüştür. Bu atılımı anlamadan yeni bir tarih ve devlet kuruluşunu anlamak da mümkün değildir. Dünyanın en büyük imparatorluklarını kurmuş olan bir milletin yaptıklarını kronolojik bir tarih serüveni olarak yorumlamak hem bilgisizlik hem de haksızlıktır. İstanbul’un fethi bir tarihi olay değil, Anadolu Türklüğünde devlet bilincinin örgütlenmesinin sonucudur. Bu devletin temelinde iki kuvvet vardı. Biri şeriat (Türk-İslam hukuku) diğeri tarikat (Yesevi’den el alıp Anadolu’ya gelen Horasan erenleri). Yunus Emreler, Geyikli Babalar, Hacı Bektaş Veliler, Hacı Bayram Sultanlar, Akçakoca Padişahlar halkın ruhunu ve toprağı öyle üstün bir feragatle mayalamışlardı ki Türk imparatorluğu bu mayanın ete kemiğe bürünmüş hali oldu. Saydığımız isimler sadece manevî önderler değildi, aynı zamanda halkla bütünleşmiş siyasal bir bilinçti. İşte Türk Devleti’nin temelinde bu “halkın devleti” anlayışı yatar. “Halk devleti” değil, “halkın devleti” yani adalet dağıtan, vatandaşları arasında eşitliği gözeten bir yapı. 

İmparatorluğun doğum sancısı, halkın çilesiyle birlikte pişmiştir. Sufi ekoller halkın çorbasını karıştırmış, dergâhlar sadece karın doyuran değil; ruh doyuran mekânlar olmuştur. Türk Devleti işte bu iki temel unsurun üzerinde yükselmiştir: Bir ayağı hukuk, öteki ayağı ise ahlaktır. Halkla bütünleşen, feragatle mayalanan bu yapı, bir ümmet devleti değil, bir dünya devletidir. Türk Devleti göçebe obaların geçiş yeri değil; kök salan bir adalet ağacıdır. Türk Devleti’nin ruhu, sadece sultanların iradesinde değil; Türkistan’dan gelen sufilerin nefesinde de şekillenmiştir. Bu durum Türkler için devletin yalnızca siyasal bir örgüt değil, aynı zamanda ahlaki bir inşa olduğunu da göstermektedir.

İstanbul’un fethine giden yolda Akşemseddin, yalnızca bir şeyh değil; bir fikirdir. Şam’da doğmuş, Göynük’te inzivaya çekilmiş, ilim ve hikmeti birlikte kuşanmış bir Türk alimidir. Fatih Sultan Mehmed’in manevi rehberi, fikrin eyleme dönüştüğü kişidir. Onun iç yolculuğu, bir dervişten fazlasının hikâyesidir. Fıkıh ve kelamla içindeki sorulara cevap bulamayan Akşemseddin, manevi bir buhrana girer. Tanrı velisi Abdal Musa Hazretlerine yönelir ancak Abdal Musa, artık kocadığını ölümünün yakın olduğunu söyleyerek onu Ankara’ya Hacı Bayram Veli’ye gönderir. 

Akşemseddin Çubuk çayına varır, yoldan geçenlere Hacı Bayram Sultan'ı sorar. “Solfasol köyündendir, biliriz lakin kendisi Ankara’dadır. Yolma zamanıdır, onu buğday tarlasında bulursun" cevabını alır. Ankara’ya varınca Hacı Bayram’ın dergahını sorar, “dergâhı tekkesi yoktur, pazaryerinin öte yanında sufileriyle bir viranede yatar” derler. Akşemseddin şaşırarak “Hacı Bayram Sultan gibi bir ulu kişi viranelikte nice yatar?" der. Pazaryerine varır ve bir kalabalık görür. Kalabalık halka olmuş, halkanın ortasında abdal giysili ademler def ve kudüm çalıyor, orta yerde ise yarı beline kadar çıplak bir mecnun oynuyordur. Bu kişi elinde bir dilenci keşkülü ile para toplamaya başlar. Akşemseddin'in önüne gelir, yanındaki kişilere de keşkül uzatır, onlar da akçe atarlar. Akşemseddin de atar. Dilenci bir akçeye bir Akşemseddin’e bakar, attığı parayı yere fırlatır ve bir vecd halinde zikrederek devran dönmeye başlar. Akşemseddin kızarak halkadan çıkar ve yolda karşılaştığı ilk kişiye Hacı Bayram Sultan’ı sorar. "Pazar yerinde def çalar oynar, var git orada bulursun" cevabını alır. Anlar ki akçesini fırlatan mecnun Hacı Bayram'dır. Gönlüne bir tiksinti hali gelir. Akşemseddin, bir dilenciye mürit olmaktansa Şam'a gitmeye ve Zeyneddin Hafi'ye mürit olmaya karar verir ancak Halep’te konakladığı sırada gördüğü bir düş, Akşemseddin'i derinden etkiler. Rüyasında boynunda bir zincir vardır; zincirin diğer ucu ise Ankara’ya uzanır ve Hacı Bayram'ın elindedir. Uyanır ve Ankara’ya doğru tekrar yola koyulur. Bir kuşluk vakti Ankara’ya varır. Hacı Bayram Sultan'ı sorar. Hanesine yönlendirirler. Evin kapısında biri oturmaktadır. Selam verir kendisini tanıtır. O kişi de ayağa kalkar, Hacı Bayram Sultan'ın hizmetinde olduğunu bildirir, Eşrefoğlu Rumi olduğunu söyler. Ve ekler; “akçeni savurması, hatırından geçenleri bilmesinden değildir, bilir ve lakin (emeğün artuğu değildir) diye almamıştır. Hacı Bayram Sultan def ve devran parasından ne kenduya ve ne de sufilerine harcar. Anları hastalara, yoksullara ve fukaralara dağıtır. Ol paralar vakıftır, dokunulmaz. Kendü emeklerinin artuğu olmadığından fukaraya boş kalan zamanlarında kazandıklarından yardım ederler.” Bu sözlerden sonra Akşemseddin, gafletini anlar ve hemen Hacı Bayram’ın yanına gitmek istediğini söyler. Eşrefoğlu ona, Hacı Bayram’ın tarlada çalıştığını ve akşamüstü geleceğini bildirir. Akşemseddin bekleyemeyip hemen tarlaya koşar ve sufilerin arasına karışarak buğday biçmeye başlar. Hacı Bayram, onu görür ancak yüz vermez. Yemek zamanı geldiğinde Hacı Bayram herkese payını dağıtır, Akşemseddin’i atlayarak yanındaki köpeğe bile yemek verir. Akşemseddin hiçbir şey demeden köpekle aynı kaptan yemeye başlar. Bu durum, Hacı Bayram’ın kalbini derinden etkiler ve ona, "Ey köse, gönlümüze girdin, beru gel," diyerek yanına çağırır. (…)

Ve büyük fetih günü gelir. Akşemseddin, askerin önünde/ ardında değildir; tam ortasındadır. Cebe Ali, Kamikar Bey, Battal Gazi, Ulubatlı Hasan gibi nice derviş, surlara yürür. Fecrin sökmesine ramak kala kıyametsiz bir haşir yaşanır. Şehitler mezarlarından kalkar, toprağa basar. Surlar sadece taş değil; bir çağın yıkıldığı, bir çağın kurulduğu yerdir. 1453 yılında gerçekleşen bu fetih, ezelden ebede bir yürüyüş olur. Zira İstanbul’un fethi sadece mazide kazanılmış bir zafer değil; her dem taze kalan bir ülkü ve diri bir ruhtur. 

Destanımız ne bir masal ne de bir ayettir. 

İnsanlar inanınca böyle yaşar, böyle ölür: 

Küffara kıyamettir*

 

*Küffara kıyamettir cümlesi ebced hesabı ile İstanbul’un hicri fetih tarihini gösterir.

 

Yorumlar
Y
Yalçın kara 1 gün önce
Allah c.c.Razı Olsun Cemil Bey .Gönüllerimize Tercüman Oldunuz. Cenab ı Mevla mız Bizleri Bu Güzel İnsanların Güzel Yolundan Ayırmasın. Amin. İnşallah...
BEĞENME
0
CEVAPLA