Talat Paşa
Cihangir bir imparatorluk eski gücünü yitirmeye başlayınca… En çok övündüğü yer olan askerlik sahasında sıralı kaybedişlerin esiri olmaya başlayınca… Toprak kayıpları sıklaşmaya başlayınca… Gerileme durdurulamayınca… Düşman devletlerdeki gelişmeler yeterince takip edilmeyince… Artık masadaki anlaşmalar onun aleyhine imzalanmaya başlayınca… Yunan’ı, Sırp’ı, Bulgar’ı devletin egemenlik alanlarını kopararak bağımsızlığını ilan etmeye başlayınca… Devletin kudretinin ihtişamından eser kalmayınca… Büyük devletler “hasta adamın” mirasını gasp etme kuyruğunda itişip kakışınca… Devlet, hasbelkader galip çıktığı savaşlarda bile kaybeden muamelesi görmeye başlayınca… Borçlar alıp başını gidince… Duyun-ı umumiye idaresi ilan edilince… Devletin ekonomik gelirleri tamamen yabancı tasarrufuna geçince…
Vatanın kurtuluşunu kendilerine dert edinen bir nesil yetişti.
İttihatçılık adıyla, ittihatçılar namıyla teşkilatlandılar. Mevcut yapının sürdürülemezliğini tespit eden bir kadronun teşebbüsüydüler. Adlarının manası aslında fikirlerinin özetiydi gibiydi. İttihat, yani “birlik”ti. Terakki, yani “ilerleme”idi.
Herkes İttihat ve Terakki’nin Türkçülüğünden dem vurur ama ittihatçıların ilk yönelimi imparatorluk topraklarındaki bütün unsurları tek bir kimlik çatısı altında birleştirmeyi hedefleyen Osmanlıcılık’tı. Vatanın bekası için “milletler çağında” bile Türklüklerini geri plana alacak kadar vatanperver insanlardı bunlar.
Hedeflerinde parçalanma eşiğine gelen bir imparatorluğun kurtarılması vardı. İttihatçıların amaçladığı “birlik” kiminle kurulacak ve “ilerleme” kiminle sağlanacaktı? Ayrılıkçı taleplerin müsebbibi azınlıklarla tabii!
İttihatçılar gerçekten de naif insanlardı. Meşrutiyet yeniden ilan edilirse, ülkede özgürlüklerin çerçevesi genişletilirse azınlıkların bağımsızlık emellerinden vazgeçeceğini tasavvur ediyorlardı. Bu nedenle müstebit bir idare sergilediğini düşündükleri Abdülhamit Han’ın otoritesini ve yetkilerini sınırlandırmayı hedefliyorlardı.
Oysa azınlık unsurun kaymak tabakası Batılı büyüklerinden gelen saldırma emriyle kendi devletleri olan Osmanlı İmparatorluğu’nun etini parça pinçik etmek için pek hevesliydiler. İttihatçıların meşrutiyetle birlikte dineceğini sandıkları isyan ateşi, dizginlerin tamamen salındığı aşırı özgürlük ortamında fütursuzca sergilenmeye başladı. Ve nihayet onlar da, devletin varlığını tehdit eden koşullar altında özgürlüklerin zarar verici ölçüde esnetilmemesi gerektiğini fark ettiler.
Tam bu sırada dünya savaşı patlak verdi.
İmparatorluğun ayaklarına pranga kesilen kapitülasyonları tek taraflı kaldırdıklarını ilan eden İttihatçılar, büyük cesaret ve kararlılık sergileyen bir iş yaptılar. Devamını ise ekonomiyi millileştirmek için, zararlı unsurların elinde birikmiş sermayeyi Türkleştirerek getirdiler!
Hülasa, Türk için çalıştılar ve Türk vatanı için dövüştüler. Onların attığı taş, Cumhuriyet’in temellerini oluşturdu.
Bu hareketin içinde yer alanların hiçbirisi koltuk sevdalısı değildi. Geçen gün TBMM kürsüsünde DEM milletvekili George Aslan tarafından “katil” ithamı yapılan Talat Paşa, bu hareketin siyasi kadrosunun en önde gelen ismiydi.
Ona “katil” ithamı yapılan “Tehcir”i, Talat Paşa almasa bir başkası almak zorundaydı. İttihat ve Terakki’nin içinden sadece Talat çıkmadı ki… Enverler, Cemaller, Mustafa Kemaller, İsmet İnönüler, Kazım Karabekirler, Fevzi Paşalar ve daha niceleri!
Fakat idarenin başında kim olursa olsun, şayet kendi vatanından ve milletinden feragat etme çılgınlığında değilse, yüzü düşmana dönük halde çarpışan ordusunu ardından vuran, kadın ve kızlarının canına, namusuna musallat olan bir kahpeliğe asla müsaade edemezdi.
Tanıyan herkesin büyük bir saygıyla yâd ettiği Talat Paşa, Sadrazamlık makamında otururken dahi son derece gösterişsiz bir hayat sürdü. Ona dil uzatanların yaşadıkları şatafatın katresini dahi yudumlamadı. Çünkü gösterişe hiç tenezzülü yoktu.
Berlin’de şehit edildiğinde ayakkabısının altı delikti, ama bedeni ve ruhu yamasızdı, Türk’tü…