Teknik uzmanlık mı, siyasi aktivizm mi?
Son zamanlarda kamuoyunun dikkatini çeken önemli tartışmalardan biri: Maden Kanunu’nda yapılan değişiklikler…
Ülkemizde madencilik sektörüne dair hemen her düzenleme tartışmalı bir zeminde ele alınıyor. Ancak tartışmanın kendisi değil, biçimi artık kaygı verici bir hâl aldı. Kamuoyunun önüne çıkan bazı jeoloji mühendisleri, ziraat mühendisleri, maden mühendisleri, çevre bilimcileri, çeşitli meslek grup temsilcileri ve STK’lar bilimin objektifliğini bir kenara bırakıp siyasi bir ajandanın sözcüsü gibi davranıyorlar.
Kuşkusuz bu meslek grupları, söz konusu değişikliklerin çevreye, doğaya, su kaynaklarına etkilerini değerlendirme noktasında en fazla dikkate alınması gerekenlerdir. Ancak mesele tam da burada başlıyor: teknik görüş ile politik duruşun birbirine karıştırılması…
Teknik görüşler ile ideolojik duruşların birbirine karıştığını görmek üzücü. Bir kısmı maden karşıtlığı üzerinden çevre hassasiyetini tekeline alırken, diğer bir kısmı ise kalkınma karşıtı bir söylemi doğa sevgisi maskesiyle kamufle etmeye çalışıyor.
Mesele doğaya zarar vermeden madencilik yapmaksa, bunu nasıl başaracağımızı tartışalım. Ama mesele madenlere, üretime, kalkınmaya kategorik olarak karşı çıkmaksa, o zaman bunu teknik bir görüş olarak değil, siyasi bir görüş olarak ifade edin ki insanlarda neyin ne olduğunu doğru bilsin.
Politikacı, bürokrat, akademisyen, teknokrat, çiftçi-üretici, tarım dostu ve aktivist okurlarım. Gelin hep birlikte zeytinle ilgili verilerimize bir göz atalım, ne dersiniz?
Zeytin ağaç sayısı 2024 yılı itibarıyla 205 milyona ulaşmış durumda. Yaşanan artış üretime de yansıdı ve zeytin üretimi 2024 döneminde 3 milyon 750 bin tona yükseldi. Üretim, 2024 yılı, 2023 yılına göre de yüzde 150 artarak, Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı.
Zeytinyağı üretimi de 2024/2025 döneminde 475 bin tona yükseldi. Sofralık zeytin üretimi 700 bin tona çıkarken, bu alanda Türkiye, Mısır’ı geçerek dünyada zirveye yerleşti. Türkiye’yi Mısır 600 bin tonla, İspanya 468 bin tonla takip etti.
Son 15-20 yıla bakınca, liderlik sıralaması İspanya, İtalya, Yunanistan, Tunus, Türkiye şeklindeydi. Sofralık zeytin üretiminde ülkemiz Mısır’ı geride bırakarak lider konumuna geldi.
2024/2025’te ülkemiz, zeytinyağı üretiminde 475 bin tonla dünya ikincisi, sofralık zeytinde ise 700 bin tonla dünya birincisi oldu.
Zeytin ağacı sayısı her yıl artıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın hedefi ağaç sayısını 205 milyondan 250 milyona çıkarmak. Ağaç sayısı bakımından da İspanya’nın ardından ikinci sıradayız.
TÜİK verilerine göre; 1990 yılı zeytin ağaçlarımızın kapladığı alan 866 bin hektar, 2010 yılı 784 bin hektar, 2020 yılı 887 bin hektar, 2024 yılı 913 bin hektar.
1990 yılı çayır ve mera arazimiz 14.177 bin hektar, 2010,2020 ve 2024 yılları 14.617 bin hektar.
1990 yılı orman alanımız 20.189 bin hektar, 2010 yılı 20.763 bin hektar, 2020 yılı 21.537 bin hektar, 2024 yılı 22.933 bin hektar.
YASA TEKLİFİ NEDEN GÜNDEME GELDİ?
Yasa teklifinin temel amacı; enerji ve madencilik sektöründeki bürokratik engelleri azaltmak ve yatırım süreçlerini hızlandırmak.
Mevcut durumda yenilenebilir enerji projelerinde yatırım süreci önemli ölçüde kısaltacak.
Teklifin 13. maddesiyle, küresel metal fiyatlarındaki artış dikkate alınarak devletin madencilik faaliyetlerinden aldığı payın yükseltilmesi öngörülüyor.
Kanun teklifinde, madencilik yapılan tüm alanların uluslararası standartlara uygun biçimde rehabilite edilmesi zorunlu hale gelecek.
Özellikle yenilenebilir enerji teknolojilerinde kullanılan lityum, kobalt, nikel gibi stratejik madenlerin, dışa bağımlılığın azaltılması ve üretim zincirinde yerli katkının artırılması amaçlanıyor.
Ülkemiz 2035 yılına kadar elektrik üretiminde yenilenebilir enerji oranını yüzde 45’ten yüzde 65’e çıkarmayı hedefliyor.
TÜİK verilerine göre; 2024 yılında elektrik üretimimizin; yüzde 35,2’si kömürden, yüzde 18.9’u doğal gazdan, yüzde 21.5’i hidrolik enerjiden, yüzde 10.5’i rüzgârdan, yüzde 7.5’i güneşten, yüzde 3.2’si jeotermal enerjiden ve yüzde 3.2’si diğer kaynaklardan elde edilmiştir.
2025 yılı mayıs ayı sonu itibarıyla; yüzde 18.4’ü kömür, yüzde 20.6’sı doğal gaz, yüzde 27.1’i hidrolik enerji, yüzde11.2’si rüzgâr, yüzde 19’u güneş, yüzde 1.5’i jeotermal, yüzde 2.2’si ise diğer kaynaklar şeklindedir.
Son söz: Bilimin dili veri, analiz ve neden-sonuç ilişkisi iken; bu tür söylemlerin dili duygu, iddia ve çoğu zaman manipülasyon oluyor. Maden Kanunu gibi kritik düzenlemelerde tartışmalar elbette olmalı ama bu tartışmalar sloganlarla değil, bilimle yapılmalıdır.
Unutmayalım ki; madencilik karşıtlığıyla çevrecilik, birbirine eşit değildir. Bilimsellik ile siyasallık da asla aynı şey değildir.
Ayrıca Maden Kanunu’na gösterdiğiniz hassasiyeti, “zeytinde rekor üretim var ama markalaşma ve pazar problemimizden dolayı sevinen yok!” bu meseleye de gösterelim.
Ne dersiniz hoş olmaz mı?