Küresel Belirsizlikte Stratejik Dayanak: Türkiye’nin NATO Vizyonu

YAYINLAMA:
Küresel Belirsizlikte Stratejik Dayanak: Türkiye’nin NATO Vizyonu

Kısa bir süre önce Hollanda’nın Lahey kentinde düzenlenen NATO Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi, küresel belirsizliklerin arttığı bir dönemde gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, zirve sonrası yaptığı kapsamlı konuşmada, NATO’nun güncel rolüne dair Türkiye’nin vizyonunu ortaya koydu. Erdoğan’ın ifadeleri, dünya gündemini sarsan krizlerin önemli bölümünün Türkiye’nin yakın coğrafyasında yaşandığı gerçeğine dikkat çekiyordu: “Halihazırda uluslararası gündemi domine eden olayların hemen hepsi Türkiye'nin yakın çevresinde yaşanıyor. Ülkemizi tüm bu krizlerin, sıcak çatışmaların ve gerilimlerin uzağında tutmaya gayret ediyoruz.” Bu vurgu, NATO zirvesinin küresel konjonktürdeki önemini yansıttığı gibi Türkiye’nin jeopolitik konumunun hassasiyetini de ortaya koymaktadır. Nitekim Lahey Zirvesi’nde müttefikler, önümüzdeki on yıl içinde savunma harcamalarını gayri safi yurtiçi hasılanın %5’ine çıkarma kararı alarak ittifakın güvenlik alanındaki kararlılığını teyit ettiler. Bu tarihi karar, derinleşen krizler karşısında NATO’nun kolektif duruşunu güçlendirmeyi hedeflerken, Erdoğan tarafından da mevcut tehdit ortamında bir zaruret olarak nitelendirildi.

Erdoğan’ın Lahey Zirvesi sonrası yaptığı konuşma, hem bölgesel krizlere dair somut tutumları hem de ilkesel duruşu yansıtan temel mesajlar içeriyordu. Ortadoğu’da barış çağrısı, bu mesajların başında geldi. İsrail ile İran arasında yaşanan gerginlik ve Gazze’de devam eden trajedi bağlamında Erdoğan, bölgede kalıcı huzurun tesis edilebilmesi için tüm aktörlerin “müttefikler dahil” sorumluluk üstlenmesi gerektiğini vurguladı. Özellikle “Ortadoğu’da barışın temini için herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor” sözleri, Türkiye’nin bölge barışı adına kolektif çabaya yaptığı güçlü çağrıyı özetliyordu. Ankara, kendi üzerine düşeni yapmaya devam edeceğini ilan ederek bu konuda liderlik rolü üstlenmeye hazır olduğunu ortaya koydu. 

Konuşmanın bir diğer odağı küresel adalet ve vicdan çağrısı idi. Erdoğan, İsrail’in Gazze’de uyguladığı kuşatma ve saldırılar nedeniyle yaşanan büyük insani dramı uluslararası vicdana seslenerek dile getirdi. Gazze’de iki yıla yaklaşan süreçte on binlerce masum sivilin öldüğünü, yüz bini aşkın kişinin yaralandığını ve şehrin harabeye döndüğünü hatırlatan Cumhurbaşkanı, “Vicdan sahibi hiçbir insan böyle bir vahşete sessiz kalamaz. Bebekler uyurken susulur, bebekler öldürülürken susulmaz” sözleriyle uluslararası toplumun duyarsızlığına tepki gösterdi. Bu çarpıcı ifade, Türkiye’nin Filistin vurgusunu ve mazlumdan yana tavrını net biçimde ortaya koymaktadır. Erdoğan, uluslararası kurumların İsrail’i durdurmaktaki yetersizliğini eleştirirken, kalıcı çözümün 1967 sınırları temelinde iki devletli formülden geçtiğini hatırlattı.

NATO 1940’lardan günümüze eşi benzeri görülmemiş bir esneklik göstererek varlığını sürdüren bir uluslararası örgüttür. Soğuk Savaş döneminde bir kolektif savunma ittifakı olarak şekillenen NATO, 1990’lardan itibaren Bosna ve Kosova’da barışı koruma, Libya’da müdahale, Afganistan’da terörle mücadele gibi farklı misyonlar üstlenerek askerî ve siyasi görev alanını genişletmiştir. Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Ukrayna’yı işgali sonrasında yeniden Avrupa’da toprak savunmasına odaklanan İttifak, aynı zamanda Çin’in yükselişi, siber güvenlik, iklim değişimi gibi yeni meydan okumalara karşı da stratejik uyum arayışındadır. 

NATO’nun böylesine geniş bir yelpazede etkin olması, onun tarihte “benzersiz, vazgeçilmez” bir güvenlik yapısı olarak tanımlanmasını sağlamıştır. Bununla birlikte, İttifak tarihinde her zaman yük paylaşımı, transatlantik uyum ve ulusal önceliklerin dengelenmesi tartışmaları var olmuştur. Özellikle yük paylaşımı konusu, NATO literatüründe sürekli gündemde kalan bir başlık olmuştur. 

Tarihsel olarak müttefiklerin savunmaya katkı paylarına ilişkin anlaşmazlıkların aslında dönemin tehdit algılarına ve transatlantik ilişkilerin seyrine göre şekillendiğini görmekteyiz. Örneğin Soğuk Savaş’ta ABD’nin büyük yük üstlenmesi kabul edilirken, son yıllarda Avrupa’nın payını artırması yönünde baskı artmıştır. Müttefiklerin savunma harcamalarındaki farklılıklar kalıcı olabilir ancak bunların ne ölçüde kriz konusu yapılacağı siyasi karar alıcılara bağlıdır. Yani sayısal katkı farklılıkları kadar, bu farklılıkların siyasi söyleme nasıl yansıdığı da önemlidir. Bu bağlamda, 2025 Zirvesi’nde alınan savunma harcamalarını %5’e çıkarma kararı, Rusya’nın saldırgan tutumu ve artan tehditler karşısında özellikle Avrupalı müttefiklerin daha fazla sorumluluk üstleneceği yeni bir dönemin işareti olmuştur. Transatlantik uyumun güçlenmesi açısından bu karar, ABD’nin yükünün bir kısmını Avrupa’nın paylaşacağı önemli bir adımdır. Öte yandan, NATO içinde genişleyen gündem (siber güvenlik, hibrit tehditler, pandemi gibi konular) yük paylaşımının yalnızca askeri harcama değil, siyasi dayanışma ve risk üstlenme konularını da kapsayacak şekilde evrildiğini göstermektedir. 

Türkiye, NATO’nun dönüşüm sürecine aktif biçimde etki etmeye çalışmaktadır. Özellikle Soğuk Savaş sonrasında ittifakın genişleme ve yeni misyonlar üstlenme süreçlerinde Ankara, NATO’nun amaç ve faaliyetlerinin kendi milli çıkarlarıyla uyumlu olmasına özen göstermiştir. Bunun somut bir örneği, NATO’nun Karadeniz ve Akdeniz’de artan varlığı karşısında Türkiye’nin hassas dengeleri gözetmesidir. 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrasında NATO doğu kanadını güçlendirmek üzere Bulgaristan ve Macaristan gibi ülkelere yeni muharebe grupları konuşlandırırken Türkiye de bu kuvvetlere katkı sağlamıştır. Aynı dönemde Montrö Sözleşmesi’nin boğazlar rejimi çerçevesinde Türkiye, yetkilerini kullanarak, bölgedeki gerginliği sınırlandırmaya çalışmıştır. Bu tutum, Türkiye’nin NATO içinde kendi jeopolitik çıkarlarını korurken ittifakın genel stratejisine de yapıcı katkı vermeye gayret ettiğini gösteriyor. 

Ankara, NATO’nun genişleme politikalarına Balkanlar’da destek oldu, Karadeniz’de ittifak varlığının Rusya ile ilişkilerini zedelemesini önlemeye çalıştı ve Avrupa’nın NATO’dan bağımsız savunma hamlelerine temkinli yaklaştı. Türkiye’nin zaman zaman bazı müttefiklerle görüş ayrılığına düşmesi de aslında doğal bir durumdur. Türkiye’nin ittifak içindeki eleştirel tutumu tekil bir vaka değildir. Hatta son yıllarda Batı medyasında çıkan Türkiye’yi NATO’dan çıkarma yönündeki çağrılara karşın, Kuzey Atlantik Antlaşması’nda böyle bir mekanizmanın olmadığı ve Türkiye’nin tutumunun benzer şekilde Fransa, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerin geçmişteki duruşlarından farklı olmadığını da vurgulamamız gerekiyor. NATO’nun tarihi incelendiğinde, hemen her müttefikin ittifak uyumunu zorladığı dönemler olmuştur ancak bu süreçler sonunda NATO, ortak değer ve çıkarlarda buluşarak bugüne dek varlığını sürdürmüştür.

Lahey’deki NATO Zirvesi sonrasında yapılan açıklamalar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ortaya koyduğu vizyon, Türkiye’nin NATO içindeki yön verici rolünü ve milli çıkarları ile ittifak dayanışmasını dengede gözeten yaklaşımını yansıtmaktadır. Erdoğan’ın çizdiği tabloda Türkiye, egemenlik ve güvenlik konularında tavizsiz bir duruş sergilerken, müttefiklik ruhuna bağlılığını da somut katkılarla gösteren bir ülkedir. Terörle mücadelede ittifakı ortak tavır almaya ikna eden, Ortadoğu’da barış için tüm dünyayı sorumluluk almaya çağıran ve Ukrayna krizinde çözüm üreten girişimlere öncülük eden bir Türkiye profili, NATO’nun geleceğinde merkezî bir aktör olarak belirginleşmektedir. 

Türkiye, 2026 yılında NATO Zirvesi’ne ev sahipliği yapmaya hazırlanarak ittifak içindeki konumunu pekiştirmektedir. Erdoğan’ın vizyoner söylemi, Türk kamuoyuna da önemli bir mesaj iletmektedir: Türkiye, küresel belirsizlik döneminde NATO’ya sadece uyum gösteren bir üyeden ziyade yön veren, çıkarlarını korurken ortak güvenliğe katkı sunan bir lider ülke konumundadır. “Türkiye bölgesinin bir barış ülkesidir... ancak […] zulmün karşısında yer almaya devam edeceğiz” sözleri, Ankara’nın hem barıştan yana olduğunu hem de haksızlığa boyun eğmeyerek mazlumları korumaya kararlı duruşunu simgeler. Sonuç itibarıyla küresel belirsizlikte stratejik dayanak olarak NATO içindeki varlığını sürdüren Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde Cumhur İttifakı’nın sağladığı siyasi iklim ile hem bölgesel istikrarın anahtarı hem de ittifakın ortak değerlerine yön veren bir devlet olarak öne çıkmaktadır.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...