Zincirin en kritik halkası
Terörsüz Türkiye, Türkiye’nin sınırlarını aşan bölgesel bir barış, huzur ve kardeşlik projesi. Türkiye’nin sınırlı içerisinde terörün bitirilmesi elbette büyük ve tarihi adımlarından birisi fakat bölgedeki terör koridorunu tamamen kapatabilmek için Suriye başta olmak üzere komşu devletlerin tamamını içine alan bir güvenlik kuşağının kurulması şart.
Bu zincirin en kritik halkası Suriye.
Beşar Esad’ın bilinçli geri çekilme stratejisiyle Suriye’nin kuzeyini işgal eden PYD/YPG’liler ABD, İsrail ve Batılı devletler tarafından semirtilerek yaklaşık 100 bin kişilik bir orduya dönüştü.
Bu güç henüz yaralarını sarmaya çalışan yeni Suriye yönetimine tepeden bakıyor ve “ne koparırsam kârdır” hesabıyla pazarlık yapmaya kalkıyor. Fakat unuttukları şey, Suriye’nin güçlü destekçisi Türkiye’nin bakışlarının Suriye’nin üzerinde olması.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan her fırsatta Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin Türkiye’nin kırmızıçizgisi olduğunu vurgulayarak SDG’ye “ayağınızı denk alın, anlaşmaya uyun” mesajını veriyor.
MHP Lideri Devlet Bahçeli de 26 Temmuz açıklamasında “Suriye’de SDG kisvesine bürünen YPG/PYD’nin 10 Mart 2025 mutabakatına hala riayet etmemesi, hem Şam yönetiminin hem de ülkemizin güvenliğini tehdit eden temas ve faaliyetlerini ara vermeden sürdürmesi tarihi bir yanlıştır” sözleriyle anlaşmaya uymayıp ayak sürüyen SDG’ye uyarılarda bulunmuştu.
Türkiye, Suriye topraklarına 2016’dan itibaren Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Barış gibi büyük çaplı harekâtlar düzenleyerek terör hedeflerinin üzerine nokta atışı operasyonlar gerçekleştirdi.
8 Aralık’ta Esad rejimi devrilip Başkan Şara yönetimi göreve geldiğinde Şam’ın da önceliği toprak bütünlüğü oldu. Ne var ki SDG lideri Mazlum Kobani, Ahmet Şara ile imzaladığı entegrasyon anlaşmasının gereğini yerine getirmek yerine dış telkinlerle “özerklik” ve “federasyon” projelerine meylediyor. Oysa anlaşmanın en önemli maddesi “Suriye’nin kuzeydoğusundaki tüm sivil ve askeri kurumların, sınır kapılarının, havaalanlarının, petrol ve doğalgaz sahalarının Suriye devletinin yönetimine entegre edileceğini” ifade ediyordu.
Fakat görülüyor ki İmralı’nın “Silah bırakma ve fesih” çağrısının ardından Kandil’deki PKK yapılanmasına “silah bırakmayın” mesajlarını ileten devletler, Suriye’deki SDG’ye de benzer telkinlerde bulunarak uzun yıllar sonra bölgede yakalanabilecek huzuru doğmadan boğmaya gayret ediyorlar.
Oysa SDG hiçbir koşulda bağımsız olamayacak bir yapı. Ya İsrail’in kanatları altına girerek Arap, Türk, Kürt birliğini dinamitleyici bir taşeron yapılanma olarak bölgeyi kana boğacaklar ya da Şam’la yaptıkları anlaşmaya sadık kalarak emperyalizmin piyonu olmayı reddedecekler.
Mesele iki taraftan birini seçmekten ibaret de değil. Asıl mesele Müslüman coğrafyanın kendi geleceğini kendisinin mi yoksa binlerce kilometre öteden kumanda edenlerin mi tayin edeceği.
Eğer karar masası Şam’da, Ankara’da ve Müslüman coğrafyanın kendi başkentlerinde bulunmazsa bu masa eninde sonunda yıkılır. Yıkılan masanın altındaysa bu bölgenin dün, bugün ve yarınki sahipleri değil, emperyalizmin lejyonerliğine soyunan taşeron yapılanmalar kalır.