Ankara bu zokayı yutmaz
Türkiye’nin toplumsal iç cephesini kemiren etnik temelli terör faaliyetlerinin sona erdirilmesinde kat edilen tarihî mesafenin Suriye’de YPG/SDG’nin entegrasyona direnme çıkmazına sıkıştırılması Ankara açısından kabul edilemez bir tablo.
Terörün gölgesinden sıyrılmaya başlayan Türkiye’ye sınır ötesinde aynı gölgeyi farklı bir kılıkla dayatmaya kalkmak aslında Ankara’yı “sahaya çağırmak” anlamına gelir. Oysa Türkiye Cumhuriyeti ne masada ne sahada millî güvenliğini ve bölgesel istikrar politikasını pazarlık konusu yapmayacağını defalarca kanıtlamış bir ülkedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Suriye'nin yeniden ayağa kalkmasını inşallah kimse engelleyemeyecek; kaosa yatırım yapan savaş baronları bu kez kaybedecek” açıklaması ile MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “SDG/YPG’nin Suriye yönetimi ile 10 Mart 2025 tarihinde imzaladığı mutabakat zaptına riayet ve gereğini harfiyen yapması, aksi halde Ankara ile Şam’ın ortak iradesiyle askeri müdahalenin kaçınılmaz hale geleceği herkesçe bilinmelidir” sözleri Türkiye’nin bu meseledeki tavrını bütün açıklığıyla ortaya koyduğu gibi terörün kabuk değişikliğiyle sürdürülmesine asla müsamaha gösterilmeyeceğini tescilleyen ifadeler.
Ne var ki Ankara’nın bu berrak tutumuna mukabil Washington’un temsilcileri bir gün "YPG, PKK’nın türevidir" diyerek sahadaki gerçeği teslim ederken başka bir gün aynı örgütü "Artık PKK ile ilgisi olmayan müttefik" kisvesiyle aklamaya kalkışıyor.
Türkiye’de ileri bir faza ulaşan Terörsüz Türkiye sürecinin temelinde PKK, DEM ve Abdullah Öcalan’ın koordineli biçimde terörü sonlandırma birlikteliği söz konusu iken Suriye’deki PKK unsurlarının “SDG” etiketiyle yeni ve farklı bir örgütmüş gibi takdim edilmesi ABD ve İsrail’in şeytani bir mühendisliğinden başka bir şey değil.
Kaldı ki bu isim cambazlığının bizzat ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas tarafından yıllar önce itiraf edildiğini de unutmamak gerekir. Türkiye’nin PKK ile bağı nedeniyle YPG’ye duyduğu itirazı aşabilmek için örgüte isim değiştirme tavsiyesi verdiklerini, bunun üzerine de “Suriye Demokratik Güçleri” ismini seçtiklerini bizzat kendisi itiraf etmişti.
Abdullah Öcalan resimleriyle boy gösteren, Öcalan’ın ‘manevi oğlu’ ilan ettiği Ferhad Abdi Şahin’in riyasetinde yürüyen bir yapının şimdi kalkıp PKK bağını inkâr etmesi elbette Türkiye’nin yutacağı bir zoka değil. Ankara böyle ucuz hikâyelere, cambaza baktırma oyunlarına kanmayacağını her seferinde ispat etmiş ve edecek kudrete de sahip.
Suriye'deki "çıkmaz sokak" siyasetinde İsrail’in rolünü görmezden gelmek de mümkün değil. Zira Siyonist rejim, Suriye’nin bütünlüğünü sağlayacak her girişimin önüne askeri saldırılarla ve sahadaki vekilleri vasıtasıyla taş koymaya çalışıyor. Bir yandan Şam’ın yeniden merkezî otorite tesis etmesini sabote ediyor, öte yandan YPG/SDG’nin entegrasyon sürecini geciktirerek bölgesel denklemde ‘ayrık bir Kürt kartı’ üretmeye çabalıyor.
ABD, İsrail ve YPG/SDG denkleminde Türkiye’nin sabrı çok yönlü biçimde sınanıyor.
Suriye devletine entegrasyon kabul edilirse sanki Kürtlerin soykırıma uğrayacağı gibi bir yalan rüzgârı estiriliyor. Bu kirli propagandayı köpürten ABD ve İsrail bölgesel dizayn hesaplarını ‘Kürtlerin hamisi’ rolüyle sahnelemenin derdinde. Oysa bölgenin demografik harcını oluşturan üç asli unsur olan Kürtler, Türkler ve Arapların kendi meselelerini kendi iradeleriyle çözemedikleri sürece ne Suriye’de ne de bölgede gerçek bir huzur ve istikrardan söz edilebilir.
Türkiye’nin gözünde YPG/SDG’nin entegrasyona direnme çıkmazı, doğrudan bölgenin barış ve istikrarını ipotek altına alma teşebbüsüdür. Ankara kendi topraklarında terörün kökünü kurutma iradesini gösteren bir güç merkezi olarak bu teşebbüsün Suriye’de kök salmasına da izin vermeyecektir. Zira bu Ankara’nın yutacağı bir zoka değildir. Bilakis bölgeyi zehirlemeye kalkışanların kendi boğazında düğümlenecek bir senaryodur.