Un, yağ, şeker var… Peki helva nerede?
İnsanlara gelecek hayallerinin ne olduğunu sorduğunuzda çoğu kişi emeklilik der. Çünkü isteklerimizi hep bu âna erteleriz. “Nasıl ertelemeyelim ki günümüzün büyük bir kısmını iş alıyor, geriye kalan zamanda da uyuyoruz.” Dediğinizi duyar gibiyim. Haksız sayılmazsınız sistem bizleri bir yandan sürekli borçlandırıp kendine bağlarken diğer yandan da aynı anda çok fazla sayıda işi becerebilen insanlar olmamızı istiyor. Bir taraftan yapay gıdalarla, ilaçlarla ve medyanın pompaladığı umutsuzluk ve şiddet dolu mesajlarla bizleri zehirleyip mutsuz ederken öte yandan mutluluk satıyor…
Peki ne yapacağız? Hadi hep beraber bu stres dolu şehir hayatını bırakıp köye yerleşelim desek çözülecek mi problemler?
Günlük yaşamın telaşı içinde zihnimizdeki binlerce düşünceyle; kredi kartını ödeyebilecek miyim? Kredi taksitini geciktirecek miyim? Beni arayacaklar mı? Keşke orada öyle konuşmasaydım… Bugün pazartesi ilçenin pazarı, insanlar bize de gelecek mi? İş yerinde sıkıntı yaşayacak mıyım? İyi bir anne/baba/eş miyim?...
Oradan oraya koşturuyor bir şeyleri yetiştirmeye çalışıyoruz. Her ne kadar koşturuyor ve hiç yerinde durmuyor gibi gözük sekte hayatlarımız genelde bir rutinin içinde geçiyor. Her sabah aynı saatte kalkıyor, hemen hemen aynı şeyleri yiyor, aynı yoldan aynı şekilde işimize gidip hemen hemen aynı sorunlarla uğraşıp akşam eve geldiğimizde aynı rutinle bir çoğumuz ya ekran başında ya da bir kanepe köşesinde sızıyoruz.
Adeta hayatımız otomatik pilota bağlanmış durumda. Sabah aynı alarm, aynı yol, aynı kaygılar… Zihnimiz ya geçmişte ya da gelecekte; ama asla bugünde değil.
Tam da bu yüzden toprağı unutuyoruz. Oysa tarım, bize anda olmayı öğretir. Çiftçi bilir ki tohum hemen filizlenmez, sabır ister. Yağmurun, güneşin, rüzgârın ritmini fark etmeden ürün alınmaz. Yani tarım, farkındalığın ta kendisidir.
Şehirde her şey hızla tüketilirken, toprak “yavaşla” der. Belki hepimiz köye göç etmeyeceğiz ama şunu hatırlamak zorundayız: Hayat emeklilikte başlamıyor; hayat tam da şu anda, toprağın kokusunda başlıyor.
Ülkemiz tarımının kalkınması ve dünya tarımında söz sahibi olabilmemiz için, insan kaynakları açısından bu memleket çok adam yetiştirdi. Ama “hepsinin ortak kaderi hakka yürüyüp, sonsuzluğa yolcu olduktan sonra değerlerinin anlaşılması oldu.” Yaradan tekrar müsaade eder mi etmez mi, bilemem. Ama hak etmeyenlerin, kadir kıymet bilmeyenlerin elinden alır ve başka toplumlara verir, diye de düşünmüyor değilim…
Ülkemizin asıl meselesi kalkınmayı sağlayacak birikimlerin yokluğu değil, yanlış yönde ve biçimde, kalkınmaya önder olmayacak/olamayacak eş, dost, akraba, dönem arkadaşı, aynı sendikadan, aynı liseden vs. önderliğinde kullanılmış olmasıdır. Yapılan atamaların gerekçesi olarak, “güveneceği başka birisinin olmadığını söyleyerek kapatmaya çalışanlar bu toplumda kabul gördükçe; kusura bakmayın!.. “Yapılan atamaları eleştiremezsiniz, eleştiri yapma hakkınızı kaybedersiniz…” İşin özeti ve özü de aslında budur…
Ülkemizde “liyakat temelli bir anlayışla siyasî etik ve şeffaflık” mutlaka sağlanmalıdır. Hatayı karşı taraf yaparsa adeta gök kubbe başlarına yıkıp, ama aynı hatayı veya daha fazlasını kendimiz veya bizden biri yaparsa görmezden gelip ve hatayı zaman zaman da bir “hak” olarak görürsek; işler içinden çıkılmaz hale gelir. Bugünde “reel siyasetin içine düştüğü en büyük yanlışlardan bir tanesi de budur!”
Ülkemiz binlerce yıllık bir kültürün süzgecinden geçmiş insan birikimi ve sermayesine sahiptir. Asıl mesele bunların yanlış kullanılmasından ya da hiç kullanılmamasından kaynaklanmaktadır. Yani un da vardır, yağ da vardır, şeker de… Ancak “helvanın yapılması için uygulanan tarif hatalı.”
Gelir dağılımında inanılmaz bir adaletsizlik hâkim. Toplumun bir kesiminin inanılmaz bir alım gücü var. Hayat pahalılığından etkilenmiyor. Toplumun bir kesimi de bu hayat pahalılığının altında ezildikçe eziliyor. Bunu hükümet-idare görmüyor mu? Tabi ki görüyor ve hükümette bütün imkânlarını seferber ediyor, etmeye çalışıyor. Bunu inkâr edemeyiz! Ancak üstadım, “helvanın yapılması için uygulanan tarif hatalı.”
Son söz: Toprağın kokusunu unutan, emeğin değerini bilmeyen, liyakati yok sayan bir toplumun geleceği olmaz. Ama tarif doğru uygulanırsa; “bu ülkenin unundan da yağından da şekerinden de en güzel helva çıkar.”
Kalın sağlıcakla…