“Yeni bir dünya kurulur”
İsrail’in soykırım uygulamalarının tepkiyle karşılandığı Birleşmiş Milletler toplantısında Filistin’i resmi düzeyde tanıyan devletler listesine yeni eklemeler olması muhakkak ki önemli. Fakat bunun Gazze’de ikinci senesine girmeye yaklaşan soykırım deneyinin önlenmesinde somut bir karşılığı yok. Böyle olunca, temenniler, eleştiriler, kınama mesajları bir tür vicdan rahatlatma pratiğinin önüne geçemiyor. “BM en son ne zaman bir adalet mücadelesinin mağdurlar lehine sonuçlanmasında sahne almış” sorgulamasını yapınca müspet bir cevaba ulaşamamamızın nedeni de bu.
Ermenistan Azerbaycan topraklarını 30 sene fiilen işgal altında bulundururken BM’nin Ermenistan’a “İşgal ettiğin bölgelerden çık“ diyen birçok kararına rağmen Ermenistan gibi cılız bir devlet bile BM’nin hükmünü havada bırakarak işgalleri sürdürmüştü. AGİT bünyesinde ABD, Rusya ve Fransa’nın eşbaşkanlıklarıyla kurulan Minsk Grubu bu soruna barışçıl çözüm bulmakla görevlendirilmişti ama ortaya koyduğu metinler hep öneri düzeyinde kalmıştı. Ermenistan işgalini tarihe gömmek, Azerbaycan’ın kendi göbeğini kendisinin kesme cesaretini göstermesiyle mümkün olmuştu.
Kıbrıs’ta da senaryo aynı değil miydi? 1960’ta imzalanan garantörlük anlaşmalarıyla Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve anayasal düzenini koruma görevi Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin müşterek sorumluluğuna bırakılmıştı. Kısa sürede Makarios yönetimi Türklerin siyasi haklarını budamaya, 1963’te başlayan saldırılarla köyleri yakıp katliamlara göz yummaya başlayınca Kıbrıslı Türkler gettolara sıkışıp çaresiz kaldı. Türkiye garantörlük anlaşmasının uluslararası yükümlülükleri gereği İngiltere’yle ortak müdahale imkanını kovaladı ama muhatap bulamadı. “Ayşe tatile çıkmadan” Kıbrıslı Türklerin ıstırap ve zulümleri son bulmadı.
Şu halde 20 bini çocuk, 65 bin kişinin İsrail soykırımının kurbanı olduğu Gazze saldırılarına Birleşmiş Milletler’in ve uluslararası örgütlerin çare üretebileceğini beklemek, kabul olmayacak bir duaya “amin” demekten farksız.
Rumların Kıbrıslı Türklere saldırdığı, ABD’nin Türkiye’ye “Kıbrıs’a müdahale ederseniz, Sovyet Rusya’ya karşı sizi desteklemeyiz” tehdidini ileri sürdüğü 1964’teki Kıbrıs bunalımında İsmet Paşa’nın söylediği “Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur” cümlesi gibi, Filistin’in acılarının son bulması adaletsizliklere müsamaha göstermeyen yeni bir dünya düzeniyle gelebilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM kürsüsünden devamlı olarak dile getirdiği “Dünya 5’ten büyüktür” eleştirisinin ete kemiğe bürünebileceği alternatif bir güç dengesinin somut biçimlerini, İsrail’in saldırgan tutumunun önlenmesine yönelik dikkat çekici öneriler getiren MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin açıklamalarında bulmak mümkün.
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “NATO yapısına benzer bir güvenlik ve savunma örgütüne İslam dünyasının ihtiyaç duyduğu İsrail'in saldırılarıyla açıkça görülmüştür. Bu ihtiyaca cevaben, Partimizin önerdiği "Kudüs Paktı" derhal hayata geçirilmeli, İslam ülkelerinin güvenliği hiçbir ülkenin insafına ve inisiyatifine bırakılmamalıdır” sözleri ve “Dünyaya meydan okuyan ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı akla, diplomasiye, siyasetin ruhuna, coğrafi şartlara ve yeni yüzyılın stratejik ortamına en uygun seçenek ‘TRÇ’ ittifakının inşa ve ihya edilmesidir. TRÇ ittifakının da; Türkiye, Rusya ve Çin’den müteşekkil olması arzu ve önerimizdir” şeklindeki açıklamaları mazlum milletlere, bilhassa Müslümanlara yapılan saldırganlıkları sıradanlaştıran dünya düzeninin çürümüşlüğüne adaletli bir düzenle alternatif oluşturma arayışının somut önerileridir. Birleşmiş Milletler’in “fabrika ayarlarına geri döndürülerek” performans alınabilecek bir yapısının olmadığını bilmek ve soykırımcı İsrail’le mücadeleye bu gerçeğin bilinciyle devam etmek lazımdır. Savaş galibi beş devletin diğer devletlerden üstün tutulduğu bir uluslararası örgütün fabrika ayarı zaten, haklıdan değil güçlüden yana olmaya ayarlıdır.