Dünya Bankası açlığın yeni haritası çizdi
Dünya Bankası üç ay aradan sonra Eylül 2025’te yeniden Aylık Gıda Güvenliği Raporunu yayımladı. Raporun ortaya koyduğu tablo, insanlığın teknolojide çağ atladığı bir dönemde hâlâ en temel ihtiyacı olan “gıdaya erişimde” sınıfta kaldığını gösteriyor.
Gazze, Sudan, Demokratik Kongo, Nijerya, Haiti, Mali ve Yemen’de milyonlarca insan felaket düzeyinde açlıkla mücadele ediyor. Gazze’de kıtlık resmen ilan edildi; Sudan’da ve Yemen’de halkın yarısı açlık sınırının ötesinde yaşıyor.
Raporun ekonomik boyutuna baktığımızda da iç açıcı bir tablo yok. Haziran 2025’ten bu yana tarım, ihracat ve tahıl fiyat endeksleri artarken, buğday, mısır ve çeltik fiyatları sırasıyla yüzde 2, yüzde 3 ve yüzde 9 geriledi. Bu düşüşler yüksek hacimli ticaret yapan ülkeler için anlamlı olsa da tüketici fiyatlarına henüz tam olarak yansımadı. Çünkü lojistik maliyetler, ticaret kısıtlamaları ve enflasyonist baskılar tüketicinin cebine hâlâ ağır yük bindiriyor.
Daha da çarpıcı olan, 161 ülkenin yüzde 65’inde gıda enflasyonunun genel enflasyondan yüksek olması. Yani gıda artık sadece sofradaki ekmeği değil, toplumsal istikrarı da tehdit ediyor. Küresel gıda enflasyonu Aralık 2020’de yüzde 2,3 iken Ocak 2023’te yüzde 13,6’ya fırladı. Düşük gelirli ülkelerde bu oran yüzde 30’u aştı. Pandemi ve Ukrayna savaşı, üretim ve tedarik zincirlerini kırarak bu krizin ana katalizörü oldu.
Raporda ilginç bir ayrıntı da Ermenistan örneği: 50 stratejik gıda maddesinde kendine yeterliliğiyle öne çıkıyor. Türkiye ise “Üst Orta Gelir Grubu” ülkeleri arasında yer alıyor. Bu vurgu boşuna değil; tarımsal üretim kapasitesinde kendi kendine yetebilen ülkeler, küresel krizlerde çok daha az sarsılıyor.
Türkiye açısından tabloya baktığımızda, çiftçimizin üretim gücünü desteklemek her zamankinden daha önemli. Çünkü gıda krizi kapımızda. Çiftçilerimizin girdi maliyetlerini azaltmak, üretim planlamasını güçlendirmek, iklim dostu tarıma yatırım yapmak sadece tarımsal değil, ulusal güvenlik meselesi haline geldi.
Bugün yaşanan açlık dalgası bize bir uyarı niteliğinde: Eğer tarım politikalarımızı uzun vadeli, sürdürülebilir ve çiftçiyi merkeze alan bir anlayışla yeniden inşa etmezsek, yarının krizleri bizi de doğrudan vuracak.
Türkiye’nin Tarımsal Geleceği
2024’te Türkiye’nin tarımsal destek bütçesi 91,5 milyar TL oldu; bunun yüzde 70’i bitkisel üretime, yüzde 22’si hayvancılığa aktarıldı.
2025 yılı için tarımsal destekleme ödemeleri bütçesi 135 milyar TL olarak belirlenmişti. İlk altı ayında bunun yüzde 77’i bitkisel üretime, yüzde 18’i hayvancılığa aktarıldı.
2025’te de destekler artırılsa da çiftçinin önünde üç temel sorun duruyor: yüksek girdi maliyetleri, küçük ölçekli işletmeler ve iklim dalgalanmaları. Türkiye’de ortalama işletme büyüklüğü yalnızca 6 hektar, AB ortalamasının çok altında.
2026’ya giderken çiftçimizi; verimlilik için dijital tarım teknolojilerine yatırım, iklim değişikliğine karşı su yönetimi ve sigorta sistemlerinin güçlendirilmesi, pazarda ise sözleşmeli üretim ve kooperatifleşmenin yaygınlaşması bekliyor. Eğer bu adımlar atılmazsa, artan gıda enflasyonu hem üreticiyi hem tüketiciyi daha çok zorlayacak.
Son söz: Açlığın yeni haritası çiziliyor. Bu haritanın dışında kalmak, ancak yerli üretimi güçlendirmek, tarımı stratejik bir sektör olarak görmek ve küresel dayanışmaya katkı vermekle mümkün.
Aksi halde, bugün Gazze’de, Sudan’da yaşanan açlık yarın bizim soframızı da tehdit edebilir. Eğer bugünden adım atmazsak, yarın çok geç olabilir.