Uçurum
Genel başkanlık meşruiyetini 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararıyla kesinleştirecek veya mahkemeyi kaybederek riyaseti Kemal Kılıçdaroğlu’na iade edecek olan Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “meşruiyet” tartışmasıyla hedef alması kurnazca bir adım gibi görülebilir. Fakat rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük ve şaibe fırtınasına uğrayan bir siyasi parti genel başkanının son seçimlerde yüzde 52’yle sandığın ipini göğüslemiş Cumhurbaşkanına saldırırken, patavatsız bir büyükelçinin tekzip edilmiş “meşruiyet verme” ifadesine tutunması CHP’nin uçurumdan aşağı yuvarlanırken bir dal bulmaya ne kadar muhtaç olduğunun göstergesi.
Hâlbuki bu genel başkan, 2024 yerel seçimlerinin ardından “normalleşme” dediği bir süreci başlatmıştı. İBB eski başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla tutuklanıp operasyonların CHP’li belediyelere sıçramasıyla partinin DNA’sına kayıtlı olan anormalliğe hızla dönüş yaptı. Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki Özgür Özel’in normalleşme motivasyonu, saygı üslubunun mümkün mertebe muhafaza edildiği siyasi bir zemin arayışına değil, Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı serüveninin pürüzsüz parke taşlarıyla döşenmesine dayanıyordu.
Ekrem İmamoğlu ve CHP’li belediyeler yine CHP’li müşteki ve tanıklar tarafından yargı mekanizmasına muhatap kılındığından beri Özgür Özel’in anormal davranışlarının ve söylemlerinin ucu bucağı yok. “Meşruiyet” tartışmalarıyla geliştirdiği aşırı söylemin ucunu “Dostumun dostu, dostumdur. Dostumun düşmanı, benim de düşmanımdır. Erdoğan’ın dostu Trump’tır, Trump’ın dostu Netanyahu’dur, Erdoğan Netanyahu’nun dostudur” formülüne dayandırmasından anlaşılıyor ki Özgür Özel’in başına yeni hukuki belalar da açılabilir. Fakat belki de amaç zaten budur? İsrail’e karşı en sert siyaseti yüksek perdeden sürdüren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı 67 bin insanın soykırımcı katiliyle eşitlemek sizi güçlü bir tepkinin muhatabı kılabilir ve siz de bu kamikaze saldırısının hukuki neticesini Türkiye Cumhuriyeti’ni otoriter gösterecek argümanlarınız arasına ekleyebilirsiniz! Nitekim CHP’nin 12 Ekim’de Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’de düzenleyeceği miting tam da bu propaganda çalışmasını sergileyebileceği zeminlerden birisi.
Gazze Kasabı Netenyahu’yla, dünya üzerindeki mazlumların sığınağı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet reisini eşitlemek kabul edelim ki oldukça kışkırtıcı bir benzetme. Ama bu sakat olduğu kadar hatalı formülasyonun içinde, yerel seçim sonuçlarının ardından İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz’ın "İmamoğlu ve Yavaş'ı tebrik ederken" Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı neden hedef aldığının cevabı yok. Zaten amaç kışkırtarak karşı saldırı dalgası yaratmak ve bunu olabildiğince mağduriyet malzemesi olarak istiflemek olunca algılar ile olguların arasında bir fark da kalmıyor!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in İngiltere Başbakanı Keir Starmer’a “Neden bizi yalnız bırakıyorsunuz” diye yardım dilenmesi, Ekrem İmamoğlu’nun İngiliz gazetesi The Guardian'a gönderdiği yazıda Türkiye’nin otoriterleşme yolunda Mısır ve Suriye örneklerini andırdığını öne sürmesi, Özgür Özel’in başlattığı “meşruiyet” tartışması ve onu izleyen Netenyahu benzetmesi, TELE 1’in "RTE'nin Netanyahu'dan farkı ne?" şeklindeki alt yazısı, hepsi aynı amaç etrafında güdülenmiş bir projenin unsurları. Manzaraya topluca bakınca “Bizim rakibimiz AK Parti değil, Recep Tayyip Erdoğan da değil. Artık bizim asıl rakibimiz devletin kendisi” diyen CHP Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün’ün sözlerinin haklı ama eksik kaldığını görebiliyorsunuz. CHP hem devlete hem de millete savaş ilanı yapmış durumda. Bu savaşın sonunda kazanmak değil, uçurumun dibine yuvarlanmak var ama rüşvet, yolsuzluk ve şaibe rüzgârlarıyla yardan aşağı yuvarlanan bir yapıyı, zaten gideceği yerle korkutabilir misiniz?