Çaldıran’dan Hacıbektaş’a
Türkler arasında mezhep temelli ayrışmanın ilk menfi belirtileri Anadolu Selçuklu dönemi Babai ayaklanmasında görülmüştü ancak mezhebi tefrikanın devletin hükmi şahsiyetinde alan bulması Osmanlı–Safevi mücadelesiyle olacaktı. Şah İsmail’in Safevi devletiyle Yavuz’un Osmanlı İmparatorluğu’nun Çaldıran’da vuruşması asırlara sâri Alevi-Sünni geriliminin besin kaynaklarından birisi haline gelecekti. Fakat mesele gerçekten mezhep ayrılıkları mıydı yoksa inanç unsuru kimi nedenleri örtülemekte miydi? Tarihin büyük kırılma anlarına baktığımızda din ve mezhebin çoğu zaman siyasi, ticari ve ekonomik çıkarların meşruiyet zeminlerinden birisi haline geldiği görülmektedir. Örneğin, zahirde “Kutsal Toprakları Kurtarma” amacıyla başlatılan Haçlı Seferleri, Doğu’nun zenginliklerini ele geçirme girişimidir. Dini bir motivasyonla güdülenerek İslam dünyasına saldırılar düzenleyen Hristiyan orduları sonunda kendi dindaşları Bizans’ın başkentini yağmalayarak hakiki niyetlerini ele vermişlerdir.
Alevi–Sünni ayrımı da benzer biçimde inançtan çok siyasetin ve egemenlik mücadelesinin ürünüdür. Anadolu’yu 1071’den bu yana paylaşan Oğuz boylarının 1514’e kadar geçen takribî 450 senede mezhep temelli bir iç karışıklık yaşamaması bu düşünceyi doğrulamaktadır. Esasında Safevi ve Osmanlı arasında Anadolu, Azerbaycan ve Mezopotamya coğrafyasına kimin hükmedeceğinin mücadelesi vardır. Dini söylem, askeri seferlere “ilahi amaç” kazandırarak “Allah için savaş” motivasyonunu güçlendirmiştir elbette, ama eski asırların savaşları en çıplak biçimleriyle birer egemenlik ve siyasi üstünlük mücadeleleridir.
Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim “iki Türk devleti olarak savaşmayı bırakıp bu kardeş kavgasına bir son verelim” diyecek durumda değillerdir, zira o zaman ne günümüzün ulus bilincini karşılayan bir milli şuur dinamizmi ne de devletlerin egemenlik alanlarını biteviye genişletme gayelerini öteleyecek bir hümanizm hissi hâkimdir. Ulus bilincinin kifayetsizliğinin delillerinden birisi de Şah İsmail gibi Türkçe yazıp Türkçe konuşan, ordusu Türklerden mürekkep bir devlet adamının uzun yıllar “tarihi düşman” kategorisinde bekletilmesidir. Oysa Osmanlı İmparatorluğu’na karşı derinlemesine bir saygısı ve hayranlığı bulunan merhum Hüseyin Nihal Atsız bile bir makalesinde “Tarihlerin Türk–Acem kavgası diye gösterdiği Çaldıran meydan savaşında Türklüğü temsil eden Yavuz Sultan Selim’in ordusunda 10.000 kadar devşirme yeniçeri bulunduğu halde Acemliği temsil eden Şah İsmail’in ordusu yüzde yüz Türkmenlerden mürekkepti” diyerek Türklüğü görmezden gelinen Şah İsmail’in Acem-İran kültürüne aitmiş gibi gösterilmesine son derece haklı bir noktadan itiraz etmiştir.
Hakikatte asıl mesele, siyasetin dini gerekçeler zemininde kurgulanmasıdır ki mezhepsel saiklerle teşmil eden Alevi-Sünni gerilimi yüzyıllar boyunca derinleşen bir fay kırığı oluşturmuştur. Türk kimliğini merkeze almış Türkiye Cumhuriyeti döneminde bile mezhep kılığına sokulmuş kimi hadiseler Alevi-Sünni hattına talihsiz hatıralar katan olayları doğurmuştur. Bu tarihsel yaraları iyileştirmek, milli hafızayı toplumsal birliğin tazelenmiş güçleriyle yenilemek yine siyasetin içinden gelen ama bu kez siyaseti ayrılıklar yerine birlik duygusuna dönüştürmeyi hedefleyen bir iradenin işidir. MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde 15 yıl önce mülkiyetine aldığı arsayı Alevi canlara bağışlamasıyla yapımına başlanan “Horasan Erenleri Dergâhı Cemevi”nin gelecek nesillere sirayet edecek böyle bir iyileştirici etkisi vardır.
Yaklaşık 6 bin metrekarelik alanıyla dünyanın en büyük Cemevi külliyesi olma özelliğini taşıyan külliye hem yüzyılların ağır yükünü hafifleten hem de ayrılıkların hararetini millî birlik hissiyle serinleten bir aklın ürünü. 12 köşeli kubbesi 12 İmam’ı, dört kapısı “şeriat, tarikat, marifet, hakikat” yollarını, tavanındaki kırlangıç motifi yedi kat semayı simgeliyor. Su ve ateş figürleri ise Alevi–Bektaşi kültürünün metaforlarını taşıyor.
Sayın Devlet Bahçeli milli meselelerde gösterdiği “Önce ülkem ve milletim” hassasiyetiyle kendi isminin öne çıkmasını istemeyerek külliyeye “Horasan Erenleri” adını uygun görmüştür. Bugün itibariyle de “Horasan Erenleri Dergâhı Cemevi”nin birinci etabının açılışı yapılmaktadır. Türkiye’nin birlik ve bekasını tahkim edici politikaların mimarlarından olan MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin Türk toplumuna sağladığı katmedeğer ne kadar methedilse yine az gelir. Bir elini Türk-Kürt kardeşliğine, bir elini Alevi-Sünni birlikteliğine koyan Devlet Bey’in gelecek nesillere ayak bağlarından kurtarılmış bir ülke bırakabilmek için toplumsal kırılma alanlarını milli kuvvet unsurlarıyla doldurması ve bunları yaparken siyaseten hiçbir hesaplama ve beklenti içine girmemesi devlet adamlığı duruşunun ve vakarının takdire şayan boyutudur. Yıllar önce söylediği “Biz ne Yavuz’dan ne de İsmail’den vazgeçeriz. Yavuz ne kadar Türk ise İsmail de o kadar Türk’tür” cümlesi Alevi-Sünni ayrımını kaşıyarak siyaset devşirmek isteyenlere verilmiş net bir cevaptı. Bugün de Hacıbektaş’ta birinci etabının açılışı yapılan bu abidevi eser Alevi-Sünni kardeşliğini pekiştirmenin ve Türkiye’nin yarınlarını geçmişin yüklerinden arındırmanın gayretidir. Vatana, millete, bilcümle Türklüğe, Alevi-Bektaşi canlara hayırlı uğurlu olsun.