İnsan Denen Meçhul

YAYINLAMA:
İnsan Denen Meçhul

Savaşlar, üstün olma tutkusu, zenginlik arzusu, makam hırsı, üstün gelme isteği ve hesaplaşma dürtüsü… Tüm bunlar insana aitmiş gibi görünür ama öyle bir noktaya gelir ki, insanı insan olmaktan çıkarır, ruhunu gölgeler ve özünü yitirir.

Bir zamanlar insanın elinde ışıldayan bir yürek vardı; duyan, hisseden, acıyı ve sevinci aynı incelikle taşıyan bir yürek. Şimdi ise o yürek, çıkarların, rekabetin ve doymak bilmez egoların gölgesinde yavaş yavaş sönüyor. Artık insanlar birbirine bakarken gözlerinde ışık değil, hesap var. Dostluklar bilim, düşünce ve erdemle ile değil menfaatle, çıkarla ölçülüyor; iyilik bile bir yatırım aracına dönüşüyor.

Oysa insan, haddini bilmek ve bilmediğini öğrenmek için yaratıldı. Bir ekmeği bölüşmek, bir kalbi onarmak, bir omzu sığınak kılmak için var oldu. Fakat modern çağ, başarıyı başkalarını geçmek olarak öğretti; her türlü haksızlık hırsını ilerlemenin yakıtı diye sundu. Oysa hırs, bir noktadan sonra insanın içini kemiren görünmez bir ateştir. Ne kadar yandığını fark etmezsin; dışarıdan bakıldığında ışıldıyormuş gibi görünür ama aslında karanlık, insanın içindedir.

Bugün savaşlar sadece cephelerde değil; ofislerde, meclislerde, hatta sofralarda bile sürüyor. Herkes bir koltuk, bir unvan, bir alkış için mücadele ediyor. Ama kimse kendini aramıyor. Oysa gerçek zafer, başkalarını yenmekte değil; içindeki hırsı susturabilmekte gizlidir.

İnsan, kâinatın en karmaşık bilmecesi, aynı zamanda en sade cevabıdır. Kendisini anlamaya ömrünü harcayan ama her sabah aynada gördüğü varlığa yabancı kalan bir meçhul… Bilim onun bedenini çözmeye çalıştı, felsefe düşüncesini anlamaya, psikoloji ruhunu açıklamaya; din ise kalbini arındırmaya. Fakat hiçbir disiplin insanı bütünüyle tarif edemedi. Çünkü insan, kendi içinde hem bir bütünlük hem de bir çelişki olan meçhuldür.

İnsan, özgür olmak ister ama kolayına kaçıp otoriteye boyun eğer. Haklı olduğunda konuşmak ister ama koltuk ve menfaat sessizliğin en güvenli liman olduğunu fısıldar ona.

Adaleti arzular ama çıkarı söz konusu olduğunda görmezden gelir. Haksızlığa karşı durmak ister ama çoğu zaman sessizliği tercih eder. Oysa bu sessizlik, bir erdem değil, sadece bir kaçıştır.

İnsan, bir yandan merhamet taşır; öte yandan çıkar uğruna kötülüğe eğilim gösterir. Kendini yüce hissetmek ister ama hatalarını mazur görür. Toplum için bir şeyler yapmak ister ama çoğu zaman kendi rahatını seçer. Başkalarının hakkını savunmak ister ama konfor alanına zarar gelmesin ister.

Geçmişe, kültüre, değerlere saygı duymak ister ama çoğu zaman onları hiçe sayar. Gelenek ve inançları, çıkar ve menfaat uğruna çiğner. 

Yüksek ideallere inanır ama zayıflıkları yüzünden şüpheye düşer. Allah’a, adalete ve doğruluğa inanır ama eylemleriyle buna ihanet eder.

İnsan, doğru bildiğini savunmak ister ama aidiyet ağır basar. Cesur olmayı arzular ama konforlu boyun eğişin rahatlığını seçer. Gerçeği bilmek ister ama bilgiye gözlerini kapatır. Öğrenmek, sorgulamak ister ama hazır fikirlerle yetinir.

Dünyayı değiştirmek ister ama eylemsizlikle kendi zincirlerini sürdürür. Değişimin öncüsü olmayı hedefler ama çoğu zaman sıradanlığın güvenli limanına sığınır.

Aynı kalpte hem merhamet hem hırs, hem inanç hem inkâr, hem sevgi hem nefret barınır. Bir çocuğun gülüşünde saf iyiliği, bir savaş haberinde en karanlık yüzünü görürüz insanın. 

Bir yandan yıldızlara uzanır, yapay zekâyla evreni anlamaya çalışır; öte yandan bir dilim ekmek için kardeşine sırt döner. İşte bu yüzden insan, çağlar geçse de “meçhul” kalmaya mahkûmdur.

İşte insan denen meçhul… Tüm bu zıtlıklarla yaşayan bir varlık. Kendi içindeki çelişkilerle hem tutsak hem özgür, hem zalim hem mazlum. Belki de insanı insan yapan, tam da bu karmaşanın içinde kendi yolunu arayışıdır.

Kendini bilen insan, evreni de bilir” demişler. Belki de asıl bilgelik, kendini bütünüyle bilemeyeceğini kabullenmektir. Çünkü insan, bir bilmeceden fazlasıdır; o, bilmecenin cevabı değil, cevap arayışının ta kendisidir.

Tüm bu çelişkiler, insanda (özellikle de gençlerde) bir şeyleri değiştiriyor. Dünyaya, insana, eşyaya, ideolojiye, dine bakışı dönüştürüyor. Kelimeler kısalıyor; kalabalıklardan uzaklaşıp kendi kurduğu o sessiz, öz hayatı tercih ediyor. Artık kendi halindeliğinin dışındaki hiçbir hayat ilgisini çekmiyor.

Çünkü süsün ardındaki çirkinliği gördüğü anda, gösterişsizliğin çerçevelediği saf güzelliğin peşine düşüyor. 

İnsan… Ne garip bir meçhul! Ölüme doğru koşar ama hem her an ölecekmiş gibi yaşamayı bilmez, hem de hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar.

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...