Bölünmüş Zihinler

YAYINLAMA:
Bölünmüş Zihinler

Türkiye, ne yazık ki fikir farklılıklarıyla değil; koltuk, mevki, statü ve iktidar kaygısıyla dar çıkar hesaplarına sığınan zihniyetler yüzünden giderek daha fazla kutuplaşıyor.

Her tartışma, her gündem ve her mesele toplumu ikiye ayırıyor: “Biz” ve “onlar.”

Terörsüz Türkiye sürecinden bir mahkeme kararına, casusluk ve ihanet davalarından bir siyasi açıklamaya, bir dış politika hamlesinden bir ekonomik karara; eğitim vizyonundan/özülküsünden kültürel meselelerine kadar her alanda sert bir kamplaşma yaşanıyor.

Peki, neden Türkiye her konuda ikiye bölünüyor?

Birincisi; siyasal kutuplaşma: Siyaset, çoğu zaman kazan-kaybettir mantığıyla yürütülüyor. Bu nedenle her karar, sadece fikirleri değil, insanları “biz ve onlar” kutuplarına itiyor.
Partiler arası ve partiler içi rekabet, birlik yerine kamplaşmadan besleniyor. Bu siyasi üslup erozyonu ve polemik dili, ortak akıl geliştirmeyi neredeyse imkansız hale getiriyor.

İkincisi; bireysel korkular ve çıkar hesapları: Mevzi kaybetmeme, kazanç veya statü koruma kaygısı, insanları fikirlerini sertleştirmeye itiyor. Böylece toplumsal tartışmalar, ikiye bölünmüş zihinlerin oyun alanı haline geliyor.

Üçüncüsü; medya ve yorumcuların rolü: Gazeteler, televizyon kanalları ve sosyal medya platformları çoğu zaman bölünmeyi besleyen bir algı üretiyor. Fonlanan yorumcuların derinlikten yoksun, “o bunu dedi, şu böyle karşılık verdi, dün şöyle söylemişti, bugün böyle söylüyor” türü derinliği olmayan yüzeysel söylemleri; içeriği boş, ancak sert ve taraflı diliyle toplumu kutuplaştırıyor. Bu yaklaşım, halkın önyargılarını pekiştirirken toplumsal duyarlılığı da zayıflatıyor. Haberlerin taraflı ve seçici biçimde sunulması ise kutuplaşmayı daha da derinleştiriyor.

Dördüncüsü; kültürel farklılıklar: Kültürel zenginlik doğru yönetilmediğinde, toplum içinde algı farklılıklarına ve ayrışmalara yol açabiliyor. 

Beşincisi; empati/duygudaşlık ve eğitim eksikliği: Eğitim sistemi, toplumsal değerleri ortak bir bilinçte buluşturmak yerine statü ve sınav odaklı kalıyor. Empati ve eleştirel düşünme kültürünün yetersizliği, insanların karşıt görüşleri anlamak yerine reddetmesine yol açıyor.

Oysa Türk milletinin en büyük mirası, birlik ve dayanışma ruhudur. Türk’üyle, Kürt’üyle, Sünni’siyle, Alevi’siyle; sağcısıyla, solcusuyla, muhafazakârıyla, liberaliyle… Her biri bu milletin aynı kaderinden, aynı yüreğinden, aynı kanından doğmuştur. Ortak payda “tek vatan ve tek millettir”, gerisi ise ayrışmanın ve zafiyetin adı “zillettir”.

Toplumsal sorumluluğu olan herkesin ve her kesimin, söylem ve eylemlerinde ötekileştirmek yerine herkesi aynı vatanın evladı olarak kucaklaması hayati önemdedir. Bu, anlamak, dinlemek, koşulsuz kabul ve saygı göstermek üzerine inşa edilen bir anlayışla, yani empatiyle/duygudaşlıkla mümkündür ve insan olmanın gereğidir.

Bu bağlamda toplumu yönlendirmesi ve moral vermesi beklenen üniversiteler sessiz, akademi susuyor ya da değerlendirmeleri ofislerinin dışında duyulmuyor, gazetecilerin birçoğu fonlandıkları kadar habercilik yapabiliyor, halk ise bilgi kirliliğinden usanmış çoğu zaman duyarsız kalıyor. Böylesi bir ortamda bölünmüş zihinlerle birlik, kalkınma ve refah mümkün olamıyor, medeniyet oluşturulamıyor.

Cumhuriyet tarihine damga vuran Türk bilgeleri; Erol Güngör’ün uyarısı, Mümtaz Turhan’ın aklı, Peyami Safa’nın terbiyesi ve Devlet Bahçeli’nin devlet zarafeti bize şunu söylüyor: “Türk milletin gücü, ortak kültürü etrafında birbirini anlayabilmesindedir.”

Millet olarak artık zihinsel ve toplumsal bütünleşmenin tam zamanıdır; bir olmamın, iri olmanın, diri olmanın, güçlenmenin ve yeniden dirilişin vakti geldi.

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...