Tarım koltukla değil, takvimle büyür!

YAYINLAMA:
Tarım koltukla değil, takvimle büyür!

Son günlerde Resmî Gazete’de yayımlanan Hazine Destekli Tarımsal Kredilerdeki düzenleme, sektörün nabzını bir anda yükseltti. Tohumculuktan çiftçi birliklerine (TSÜAB, Adana Çiftçiler Birliği, TÜSEDAD vb.), herkes faiz sübvansiyonlarının yaklaşık yüzde 50 oranında düşürülmesine ve kredi üst limitlerinin sabit tutulmasına tepkili. Haklılar; bu karar, üretim maliyetlerinin katlandığı bir dönemde, sektöre ekstra bir finansman yükü getiriyor ve özellikle sertifikalı tohum gibi stratejik alanlarda daralma riski yaratıyor.

Ancak, bu “kredi muslukları kapanıyor” feryadı, bizi asıl sorundan uzaklaştırıyor.

Asıl mesele, kredilerin kesilmesi ya da faizlerin revize edilmemesi değil; Türkiye tarımının krediye bağımlı bir sisteme dönüşmüş olmasıdır.

Tepkilerin ana odağı, faiz desteğinin azalmasıyla borçlanma maliyetinin artması. Oysa, bu eleştirel sesler arasında kaybolan en can alıcı gerçek şudur: Eğer bir sektör, üretimden elde ettiği kârla değil de sürekli artan hacimdeki sübvansiyonlu kredilerle ayakta kalıyorsa, bu durum zaten ülkenin tarım politikalarındaki köklü yanlışları işaret etmektedir.

Çiftçinin gübre, ilaç ve tohum gibi işletme sermayesi girdilerini borçla alıp hasatta denkleştirmeye çalışması, ekim yapabilmek için dahi kredi kullanmak zorunda kalması, mevcut pazar ve girdi maliyetleri yapısının iflas ettiğinin en somut kanıtıdır. Bir sektör, işletme sermayesini sürekli borçla çeviriyorsa, üretim modeli zaten sinyal veriyordur. Krediler, dinamizmi ve gelişimi finanse etmeli; cari giderlerin ana finansman kaynağı olmamalıdır. Bu, sadece bir finansman sorunu değil, ülke tarımı adına çok kötü bir sistemik sorundur.

Faiz oranlarını tartıştığımız bu ortamda, çiftçinin sesinin yükselmediği bir başka hayati sorun daha bulunmaktadır: Desteklerin zamanında ödenmemesi…

Düşünün ki, 2024 ekilişinin sertifikalı tohum desteği, 2025 ekim haftasında yatıyor. Bu para, planlanan üretimi değil, geçmiş dönemin açığını kapatmaya yarar. Desteğin çarpan etkisi yaratması için, vadeden sonra değil, üretim vadesi öncesinde ya da hemen başında yatması esastır.

Tarım sektörünün en büyük sivil toplum kuruluşlarının, bu gecikmeyi faiz revizesi kadar dert edinmemesi; faiz indirimine odaklanıp, sorunu yanlış yere iğnelediğimizi gösteriyor. Desteklerin tam zamanında ve amacına uygun olarak üreticinin eline geçmesi, sisteme karşı ezilen çiftçiyi ayakta tutmak için çok daha temel ve acil bir adımdır.

Üstelik, sübvansiyonlu kredilerin amacından saptırıldığı gerçeği de görmezden gelinemez. Sektörde görünüp bu ucuz kredileri vadeli mevduat, döviz, araba ya da daire gibi yatırım araçlarına yönlendirenlerin varlığı, kaynakların gerçek üreticiye ulaşmasını engelliyor. Sübvansiyonlu tarım kredisiyle “tarım dışı portföy” davranışları hem dürüst üreticiyi cezalandırıyor hem de bu politikanın kamu gözündeki meşruiyetini aşındırıyor. Ucuz kredinin siyasi riskini büyütüyoruz.

KOLTUK DEĞİL, AKIL DEĞİŞMELİ

Son altı aydır kulaktan kulağa yayılan Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın görevden alınacağı yönündeki haberler ise, sorunları basitleştiren sığ bir tartışmadır.

Bakan değiştirmek, köklü sorunları çözmeyecektir. Sayın Yumaklı’nın görevden alınması, yalnızca koltuk hesabı yapan ve “biraz da biz oturalım” mantığıyla hareket eden çevrelerin beklentisini karşılar. Kaybeden, politika sürekliliğini yitiren Türkiye tarımı olur.

İster Sayın İbrahim Yumaklı olsun ister başkası; tarımda temel dert, kurumsal süreklilik ve öngörülebilir takvim eksikliğidir. İsim değiştirerek sulama verimini, destek takvimini, piyasa istikrarını düzeltemezsiniz. “Yumaklı kalksın, biz oturalım” hevesi koltuk hesabıdır; ülke tarımı koltuk değiştirmekle hızlanmaz, aklı değiştirmekle hızlanır. Sektör, günlük polemiğe değil, 12–24 aylık net bir “Tarımda Nakit Akışı” ve “Piyasa İstikrarı Programına” itibar eder.

Son söz: Evet, 24 Ekim düzenlemesi üreticiyi zorlar; ama yalnızca faiz oranına bakarak fotoğrafı netleştiremeyiz. Krediyi ucuzlatmak, geç ödenen desteği telafi etmez; takvimi düzeltmek, piyasayı öngörülebilir kılar. Bakan değiştirerek değil, takvimi, kuralları ve ölçmeyi değiştirerek ilerleriz.

“Yumaklı gitsin, biz gelelim” diyenler bilsin: Tarım koltukla değil, süreklilikle büyür. Sektör; krediyi isabetli hedefleyen, suyu merkeze alan, fiyat riskini paylaşan ve zamanı doğru yöneten bir programa itibar eder. Aksi hâlde, kredilerle dönmeye devam eden bir çarkın içinde, hepimiz aynı yerden dönüp dururuz.

Şimdi ihtiyacımız olan; bir mühendis, bir muhasebeci gibi, biyolojik, ekolojik ve ekonominin kesişim kümesi olan tarımda operasyonel düşünmek. Çünkü tarım, lafla değil; takvimle, ölçüyle, suyla ve akılla yönetilir.

Kalın sağlıcakla…

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...