Muhalefet ne zaman tarlaya iner?

YAYINLAMA:
Muhalefet ne zaman tarlaya iner?

Elimdeki kalem bugüne kadar siyasetle değil, toprakla buluştu. Fakat geldiğimiz noktada, tarladan yükselen ses siyasetin kapısına kadar dayanmışken görmezden gelmek meslek ahlakıma sığmaz. Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’nin uzun süredir içinde bulunduğu hâl, “muhalefet”in neden bir itiraz refleksinden ileri gidemediğini ve bu yetersizliğin tarım gibi hayati bir alanda nasıl somut bedellere dönüştüğünü tartışmayı zorunlu kılıyor.

Çünkü çiftçi hâlâ mazotla, gübreyle, suyla sınanırken; muhalefet cephesinde tutarlı bir tarım vizyonu yerine dönemsel sloganlar ve salon dili hâkim. Kâğıt üzerinde kalan kooperatifçilik vaatleri, su yönetimi ve kuraklıkla mücadelede bütüncül bir yol haritasının olmaması, girdi maliyetlerini dengeleyecek akıllı destek mekanizmalarının netleşmemesi… Bunların her biri, sahada karşılığı olmayan bir siyasetin alametleri. CHP’nin kendi iç tartışmalarına gömüldüğü, kurumsal hafızasını sahaya tercüme edemediği her gün; üreticinin soruları yanıtsız, kırsalın enerjisi ise rehbersiz kalıyor.

Bir muhalefet partisi, iktidarın eksik bıraktığını tamamlayacak politik mimariyi kuramadığında bedelini yalnızca sandıkta değil; sulama kanallarında, ürün deseni kararlarında, pazarda fiyat etiketlerinde öderiz. Tam da bu yüzden bugün; CHP’nin mevcut fotoğrafını, muhalefetin neden çözüm tasarlayamadığını ve bunun tarımdaki gerçek etkilerini konuşmak zorundayız. Çünkü siyaset, tarlanın tozuna değmediği sürece kelimeden ibarettir; oysa bu ülkenin ihtiyacı, laf değil yol haritasıdır.

Bilenler bilir; “ülkemiz tarımı nasıl kurtarılır?” sorusu, gazete köşelerinin, televizyon ekranlarının, seminerlerin ve köy kahvehanelerinin değişmez başlığıdır. Şimdilerin yeni tartışması ise şu: “CHP nasıl kurtulur?” Soruyu tersinden okumayı öneriyorum: Eğer CHP, tarımın sorunlarını sahadaki gerçeklikle birleştiren bir programı ortaya koyamazsa zaten “kurtuluş”u konuşmanın da anlamı kalmaz. Çünkü bu ülkede siyasetin meşruiyeti, eninde sonunda sofraya gelen ekmeğin istikrarıyla ölçülür.

Tarih kitapları yalnızca savaşları, anlaşmaları ve liderleri anlatmaz; küçük hikâyeler de büyük dersler barındırır. İngiliz denizcilerin gemilerde farelerle mücadelesine dair anlatı bunlardan biridir: Aç bırakılan bir fare, yanına atılanları teker teker yiyerek “yamyam”laşır; sonra gemiye salınır ve kendi türünden olanları temizler. Bu hikâyenin tarihsel doğruluğu tartışılabilir; fakat verdiği mesaj nettir: İçeriden kemiren, görünüşte “bizden” olan ama özünde ortak amacı yok eden davranışlar, en sağlam gemiyi bile batırır.

Bugüne gelirsek… CHP’nin içindeki son tartışmalara bakınca, bu fıkra ister istemez akla düşüyor. Yıllarca “bizden” diye görülen, aynı ideallerden geldiğine inanılan bazı isimler, zamanla başka hesapların cazibesiyle semiriyor. Kimi iktidara yakın durma peşinde, kimi rantın, kimi kişisel ikbalin… Sonuçta “yamyam fare” misali, önce yanındakini yiyerek ilerleyen bir siyaset tarzı üretiliyor. Bu tablo yalnızca parti içi huzuru değil, halkın umudunu da kemiriyor.

Oysa seçmenin sorduğu asıl soru basit: “Bu gemi iktidara varır mı?” kadar “Bizi gerçekten iktidara talip, halkın umudu olacak bir kadro çıkar mı?” CHP, tecrübeleri görüp ders çıkarmak yerine aynı iç kavgaların döngüsüne her defasında yeniden kapılıyor. Her hizip kendine has söylemle sahneye çıkıyor: Kimi milliyetçilik sosuna buluyor, kimi ekonomiyi yalnızca faiz oranı hesabına indiriyor, kimi dini sembollerle vitrin düzenliyor… Ama hepsinin ortak eksikliği şu: Sofranın kaynağı olan tarım, su, gıda güvenliği, kırsalın yoksullaşması gündemde yok. Boşalan ahırlar, göç veren köyler, su kıtlığına dayalı verim kayıpları bu gürültüde duyulmuyor.

Çözüm Ne?

CHP’nin bugünkü hâli, içerideki hizip savaşları ve “yamyam fare” benzetmesine uygun kavgalarıyla, sadece kendini değil Türkiye’nin muhalefet umudunu da tüketiyor. Eğer bu gidişat tersine çevrilmezse, parti tarihin en kritik dönemlerinde etkisiz kalmaya devam edecek. 

CHP’nin en büyük sorunu kendi içinde birbirini kemiren hizipler. Bu kısır döngüyü kırmak için parti içi demokrasi kurumsallaştırılmalı. Kişisel ikbal savaşları yerine, “ülkenin sorunlarını çözme programı” merkezde tutulmalı. CHP, iktidara alternatif olacaksa, köylünün, çiftçinin, üreticinin derdini en iyi bilen parti olmak zorunda. Ve dışarıya ise net mesaj vermeli: “Biz sadece iktidarı eleştirmiyoruz, aynı zamanda çözüm üretiyoruz.”  Özetle kavga yerine çözüm sunmak. 

Son söz: CHP’nin yaşadığı hal, İngiliz denizcilerin yamyam fare hikâyesini andırıyor. Ama fark şu ki, orada gemi farelerden kurtuluyordu; burada ise CHP’nin kurumsal kimliği ve adeta geleceği kemiriliyor. CHP, kendi içindeki bu yamyamlaşmayı durdurmazsa, tarih tekerrür edecek ve halk, bu gemiden umutla değil, hayal kırıklığıyla ayrılacak.

Bugün CHP, içindeki kavgaları bırakıp halka, ekonomiye, üretime, özellikle tarıma odaklanmadıkça ne seçmene umut olabilir ne de Türkiye’nin geleceğine katkı sunabilir.

Bugün ülkenin en büyük açığı: “Milletin değerlerini benimsemiş, halkın sesi, ülkenin nefesi olacak, kaliteli, yerli ve milli muhalefet açığıdır.” 

Kalın sağlıcakla.

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...