Hırs mı, azim mi?
Özellikle tarımda bilen de konuşuyor, bilmeyen de… Günümüz Türkiye’sinde insanların yedikleri içtikleri, bir şekilde “sorun” haline getirilmeyi başarıyor. Konunun gerçek uzmanları, üniversitelerde, araştırma enstitülerinde odalarının kapısını kapatmış, konuşmak için sanki davetiye bekliyor. Bürokratlar, STK’lar, sanayiciler de çoğu zaman suskun. Ortam sessizleşince, yanlış sözlerin yarattığı enformatik kirlilik her şeyi kaplıyor. İşte bu gürültü içinde, hırsla atılan sloganlar azimle üretilmiş bilgiyi bastırıyor.
Bir yazıda kısa bir bölüm okumuştum; yıllar önce bir mülakatta bir gence, “Hırslı mısın?” diye sordum. “Hayır, azimliyim” dedi. “Fark ne?” diye üsteleyince şu cevabı verdi: “Azim kendi ayaklarınla yürümektir; hırs, başkalarının sırtına basarak yükselmektir.” Bu cümleyi hiç unutmadım. Çünkü tarım tartışmalarında, azimle olgunlaşmış tutarlılık yerine hırsla üretilmiş zikzaklar gördükçe aklıma hep bu cevap geliyor.
Sencer Solakoğlu’nun son açıklamaları bu açıdan öğretici. 20 Kasım 2023’te Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı için, televizyonda “Bugünkü Tarım Bakanı siyaset değil tarımla ilgileniyor… Şu anda adeta bir devrim yapıyorlar.” diyordu; açıkça “büyük şans” vurgusu yaptı.
1 Kasım 2025’e geldiğimizde ise aynı isim, “Tarım Bakanlığı ithalat bakanlığına dönüştü” diyerek Yumaklı ve ekibini “derhal istifa”ya çağırıyor. “Cumhuriyet tarihinin en kötü ekibi” ifadesiyle ağır bir ithamda bulunuyor.
Peki, yirmi iki ayda ne oldu da “devrim”den “derhal istifa”ya savrulduk?
Dün göklere çıkardığı isimleri bugün “derhal istifa”ya çağırması, fikrî tutarlılıktan çok taktiksel bir zikzağa benziyor. Eleştiri haktır; fakat eleştirinin ağırlığını veri, mevzuat ve kurumlar arası yetki dağılımı belirler. Sorunu yalnızca Tarım ve Orman Bakanlığı’na kilitleyen yaklaşım, ithalat ve enflasyon denklemini eksik okur. Çünkü bu denklem, Ticaret Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığının doğrudan yetkileri ve kararlarıyla şekillenir.
NEDEN TEK ADRES TARIM BAKANLIĞI DEĞİL?
İthalat rejimi ve tarife-kontenjan kararları: Türkiye’de ithalatın çerçevesi İthalat Rejimi Kararı ve ona bağlı tebliğ/kararlarla çizilir; yürütümü Ticaret Bakanlığı’nın sorumluluğundadır. İlave gümrük vergisi (İGV), tarife kontenjanı ve indirimli/0 vergi uygulamaları bu şemsiye altındadır. Ayrıca tarım ürünleri ve gübre gibi girdiler de bu kapsamın parçasıdır.
Vergi (KDV/ÖTV) ve bütçe kararları: Hazine ve Maliye Bakanlığı KDV-ÖTV başta olmak üzere fiyatlar genel seviyesini doğrudan etkileyen düzenlemeler yapar.
Gümrük vergileri ve ithal lisans/uygunluklar: Serbest dolaşıma girişte gümrük vergileri, ticaret politikası önlemleri ve izin süreçlerini büyük ölçüde Ticaret Bakanlığı belirler ve yürütür. Tarım Bakanlığı çoğu zaman bitki ve hayvan sağlığı yönünden paydaştır; ancak gümrük oranı, kontenjan ve dağıtım yöntemi gibi fiyatı belirleyici başlıklarda tek karar mercii değildir.
Kısacası: İthalatın kapısı çoğunlukla Ticaret tarafında açılıp kapanır; fiyatlar genel düzeyinin omurgası ise Hazine ve Maliye’nin vergi-bütçe tercihlerince şekillenir. TARIM BAKANLIĞI, ÜRETİM PLANLAMASI, SÖZLEŞMELİ, PLANLI ÜRETİM, TMO ENSTRÜMANLARI, SAĞLIK VE STANDARTLAR GİBİ ALANLARDA BELİRLEYİCİDİR; FAKAT İTHALAT VE ENFLASYONDA TEK SORUMLU DEĞİLDİR. Hatta kimi karar tiplerinde Tarım Bakanlığı’nın görüşünün alınması mevzuaten zorunlu dahi olmayabilir.
O ZAMAN ELEŞTİRİYİ NASIL YAPMALI?
Birisi “Bakanlık ithalat bakanlığına döndü” diyorsa, bunu şu somut dosyalarla desteklemelidir:
Hangi Cumhurbaşkanı Kararı/Tebliğ?
Hangi tarife kontenjanı?
Hangi vergi kararı?
Hangi mali-fiyat etkisi?
Kurumsal yetki haritasını görmezden gelen, referansı ve etkisi belirtilmeyen ithalat söylemi siyaseten pratik, iktisaden yetersiz bir slogandır.
Dolaysıyla ilk övgüler aceleciydi. Somutlaştırılmadan verildi; kamuoyuna “umut satışı” yapıldı. Bugünkü ithamlar aceleci: Dosya, veri, mevzuat temeli zayıf; taktik gürültü üretiyor. Yüzbinlerce üretici, bu zikzaklı söylemlere bakarak yatırım ve üretim kararlarını etkiliyor. Dün “devrim” deyip bugün “en kötü ekip” demek, sektöre güven değil belirsizlik enjekte eder. Kabul, eleştiri şarttır; ama azim, eleştiriyi veriye, tutarlılığa ve zamana yayar; hırs ise günübirlik pozisyonlara…
Ayrıca dün “tarımda devrim” diyenlerin bugün, bizzat övdükleri başlıklarda (tarım sayımı, planlı-sözleşmeli model, hayvancılık projeksiyonu vb.) hangi hedeflerin tutmadığını, nerede ve neden sapma olduğunu kalem kalem göstermesi gerekir. O zaman eleştiri güçlenir; kişisel çıkış değil, sektörel muhasebe olur.
Son söz: Söz uçar, kayıt kalır. Kamuoyu önünde “devrim”le başlayan cümleleri bir yıl sonra “derhal istifa”ya çevirmek, topluma ve üreticiye tutarlılık borcu doğurur. Eleştiri haktır; fakat tutarsız eleştiri üretici için maliyettir.
Tarım gibi kırılgan bir alanda günlük hırslarla değil, uzun soluklu azimle konuşalım. Dün alkışladığımızı bugün yıkacaksak, araya somut veri, karar metni ve sonuç analizi koymadan yapmayalım.
Unutmayalım: Kurumsal resme bakmadan tek bakanlıkla hesaplaşan her çıkış, siyaseten ses getirse de ekonomik sonucu değiştirmez; üretici sahada, tüketici mutfakta bedel öder.
Biz günü değil, sofrayı kurtaralım…
Kalın sağlıcakla.