Rusya’ya yaptırımlar sertleşirken, Türkiye’nin denge arayışı

YAYINLAMA:
Rusya’ya yaptırımlar sertleşirken, Türkiye’nin denge arayışı

Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’ya yönelik işgal girişimi sonrasında uygulamaya konulan yaptırımların beklenen etkiyi yaratıp yaratmadığı tartışılmaya devam ediyor. Bunun önemli bir nedeni, yaptırımların Birleşmiş Milletler yerine ağırlıklı olarak G7 ülkeleri ve Avrupa Birliği öncülüğünde tek taraflı bir koalisyon tarafından uygulanıyor olması.

Rusya’ya yönelik mevcut yaptırımlar, BM Güvenlik Konseyi kararıyla değil, ABD, İngiltere, Kanada, Japonya, Fransa, Almanya ve İtalya gibi G7 ülkeleri ile AB’nin öncülük ettiği bir “istekliler koalisyonu” tarafından yürütülüyor. Bu koalisyona Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda, Singapur gibi toplamda 30’u aşkın ülke de katılıyor ve birlikte dünya ekonomisinin yarısından fazlasını temsil ediyorlar. Ancak Çin, Hindistan, İran, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İsrail gibi önemli ülkeler Batı’nın tek taraflı yaptırımlarını desteklemediklerini açıkça belirttiler. NATO müttefiki olmasına rağmen Türkiye ile AB aday ülkesi Sırbistan da “yalnızca BM yaptırımlarını tanırız” diyerek bu uluslararası kampanyaya dahil olmayacaklarını duyurdular.

Rusya’ya uygulanan ekonomik ve finansal kısıtlamaların beklenen caydırıcı etkiyi yaratamamasının arkasında, Moskova’nın geliştirdiği yaratıcı yaptırımları aşma yöntemleri bulunuyor. Bunların başında, özellikle enerji ticaretinde kullanılan “gölge filo” geliyor. Enerji sektörünün dışında da Rusya, küresel ticaret ağlarındaki boşlukları kullanarak yaptırımları delecek alternatif rotalar kurdu. AB ve ABD’nin yasakladığı yüksek teknoloji ürünleri, elektronik bileşenler ve çift kullanımlı (hem sivil hem askeri amaçlı) kritik malzemeler farklı yollarla Rusya’ya ulaşmaya devam etti.

Yaptırımların istenen neticeyi vermemesinde üçüncü ülkelerin payı olduğu anlaşıldıkça, ABD ve Avrupa, yeni yaklaşımlarla bu dolaylı desteği hedef alma yoluna gitti. 2025 başında göreve gelen Donald Trump yönetimi, Ekim 2025’te, Rusya’ya taviz vermediğini göstermek adına Rosneft ve Lukoil gibi dev enerji şirketlerine yaptırım kararı aldığını duyurdu. Mayıs 2023’te kabul edilen 11. AB yaptırım paketi, özellikle “yaptırımların aşılmasına yardımcı olan aktörler” kavramını gündeme getirdi. Bu paketle, yaptırımların delinebileceği düşünülen bazı hassas ürünlerin Türkiye, Orta Asya ülkeleri, BAE gibi yerlere ihracatına sıkı denetim getirildi, ABD ve AB artık yaptırım uygulanmayan ülkeler üzerinden Rusya’nın savaş ekonomisini sürdürmesini zorlaştırmak için daha koordineli ve kararlı bir politika izlemeye yönelmiş durumdalar.

Batı blokunun bu yeni stratejisi, elbette ki yaptırıma katılmayan ülkelerle ilişkilerinde bazı gerilimler yaratıyor. Örneğin, Türkiye ile ABD-AB arasında bu konuda yoğun diplomatik trafik yaşanmakta. Ankara, bir taraftan finans sisteminde ABD yaptırımlarını ihlal edip ciddi cezalara maruz kalmaktan çekindiği için kendi bankalarını dikkatli olmaya zorluyor; diğer taraftan Rusya ile ticari bağları tamamen kesmesi yönündeki telkinlere direniyor.

Gelinen noktada, Rusya’ya yönelik yaptırımlar ile üçüncü ülkelerin tavrı arasındaki denklem, diplomatik denge, ekonomik gerçeklik ve ulusal çıkarların nasıl hassas bir şekilde iç içe geçtiğini gösteriyor. Türkiye gibi bölgesel güç olan ülkeler için bu denklemin zorlukları ve fırsatları birlikte değerlendirilmeli. Ankara’nın bugüne kadarki politikası, dış politika bağımsızlığını koruma ve milli menfaatleri önceleme yönünde oldu. Rusya-Ukrayna krizinde Türkiye ne tamamen Batı’nın çizgisinde ne de bütünüyle Moskova’nın kampında yer alarak kendi özgün duruşunu sergiledi. Bu duruş, Türkiye’ye hem eleştiriler hem de takdirler kazandırdı: Eleştirenler, Türkiye’yi NATO müttefikleriyle dayanışma göstermemekle suçlarken; takdir edenler, Ankara’nın çok kutuplu yeni dünya düzeninde oynadığı dengeleyici rolü vurguladılar.

Türkiye, kendi deneyimi üzerinden bakıldığında, iki kutup arasında köprü kurabilen, her iki tarafla da konuşabilen az sayıda aktörden biri olarak sivrilmiştir. İstanbul’da Rus ve Ukraynalı diplomatları aynı masada buluşturabilmek veya Karadeniz’den tahıl sevkiyatını mümkün kılmak, Türkiye’nin esnek diplomasi becerisinin örnekleridir. 

Türkiye bir yandan Rusya’ya yaptırım uygulamayarak kendi ekonomisini ve stratejik çıkarlarını korurken, diğer yandan Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunmuş ve Kadim Türk Yurdu Kırım’ın ilhakını tanımamıştır. Bu denge, uluslararası toplum nezdinde Türkiye’ye hem eleştiri hem de saygınlık kazandıran ince bir çizgidir.

Milli menfaatleri önceleyen bir diplomasi, esasında günübirlik baskılara boyun eğmeden uzun vadeli devlet çıkarlarını gözetmek demektir. Türkiye, bu zorlu sınavdan şimdiye dek kendine özgü bir denge politikasıyla geçmeye çalıştı. Gelecekte de benzeri krizler ve küresel yaptırım rejimleri gündeme gelebilir; bu yüzden Ankara’nın çok yönlü ve soğukkanlı diplomasi çizgisini sürdürmesi elzemdir. Ukrayna savaşı bağlamında alınan ders de budur: Dünya ne tek kutuplu ne de iki kutupludur. Arada kalan gri alanlarda hareket edebilenler, geleceğin oyun kurucuları olacaktır. Türkiye de bu gerçekliği göz ardı etmeden, akılcı, ilkeli ve çok yönlü diplomasi stratejileriyle yoluna devam etmelidir.

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...