Üretici ezilirken tüketici neden rahatlamıyor?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Üretici ezilirken tüketici neden rahatlamıyor?

Hayat pahalılığı ve enflasyon, ekonomi üzerindeki en etkili ve en karmaşık dinamiklerden biri olarak, ülkemizin her sektörünü farklı şekillerde etkiliyor. Son dönemlerde enflasyonun tarım sektörü üzerindeki etkisi hem üreticiyi hem de tüketiciyi doğrudan etkileyen önemli bir konu haline geldi. 

Üretici düşük fiyatlardan, tüketici yüksek fiyatlardan şikâyetçi… Gıda enflasyonunu düşüreceğim derken alınan kararlar artık üreticiye de tüketiciye de zarar vermeye başladı.

Para politikası, maliye politikası ve yapısal reformlar… Para politikasını uyguluyoruz ancak yapısal reformlar sadece karar almada kaldı. Maliye politikasında “tabana yayalım” derken bu kelime yanlış anlaşıldı galiba. Sadece; memurdan, dar gelirliden, emekliden, asgari ücretliden, çiftçiden-üreticiden, değil; adil bir vergi ve maliye politikasıyla kaynakları kullanan, sömüren kesime de getirilmesi anlaşılmalı. 

Söyler misiniz, önümüzdeki süreçte böyle yanlış bakış açılarıyla enflasyonu tek haneye nasıl düşüreceğiz?

Türkiye ekonomisinin 2025 yılı III. çeyrek işgücü verileri ile Ekim ayı Tarım-ÜFE sonuçları yan yana koyulduğunda, uzun süredir biriken yapısal gerilimlerin artık kritik eşiğe dayandığı açıkça görülüyor. Hizmetler sektörünün sürüklediği istihdam artışı, yüzeyde olumlu bir manzara sunsa da tarımda giderek büyüyen maliyet yangını, bu “istikrar görüntüsünün” aslında ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatıyor.

Bugün mutfaklarda yükselen ateş, yalnızca çiftçinin toprağıyla ilgili bir mesele değil; bütüncül bir ekonomi yönetimi gerektiren açık bir ulusal güvenlik sorunu haline geldi.

İşsizlik oranının yüzde 8,5’te sabit kalması, ilk bakışta olumlu bir tablo sunabilir. Fakat istihdamın o tabloyu tamamlayan ayrıntıları daha dikkat çekici. Hizmetler sektörü 159 bin kişilik artışla adeta ekonomiyi omuzlarken, sanayide 147 bin kişilik sert bir kayıp dikkat çekiyor. Bu veriler, Türkiye’nin hızla hizmet ağırlıklı bir ekonomik yapıya kaydığını; buna karşın üretimin belkemiğini oluşturan sanayinin alarm verdiğini gösteriyor.

Bu geçiş döneminin görünmez yükünü ise yine tarım taşıyor. Toplam istihdamın yüzde 14’ünü hâlâ tarım sırtlıyor. Fakat bu, olumlu bir başarıdan ziyade yapısal bir mecburiyetin göstergesi. Çünkü âtıl işgücü oranı yüzde 29,4. Kadın istihdam oranı yüzde 32,1 (erkeklerde yüzde 66,2). Tarımdaki istihdamın önemli bölümü hâlâ düşük vasıflı ve güvencesiz aile işçiliği formunda.

Bu tablo, tarımın bir sosyal emniyet supabı olarak çalıştığını; ancak ekonomik dönüşüm açısından sürdürülemez bir yük taşıdığını söylüyor bizlere. Ekim 2025’te Tarım-ÜFE'nin yıllık yüzde 45,40 artması, tarımsal üretimde maliyet baskısının artık kontrol sınırlarını zorladığını gösteriyor. Tarım maliyetlerindeki patlama, doğrudan gıda enflasyonunu tetikleyen bir risk faktörüne dönüşmüş durumda.

Tarım Bakanı İbrahim Yumaklı’nın şu sözleri tam da bu duruma işaret ediyor: “Üreticimizin alın teri ile tüketicimizin sofrası arasındaki yolu kısaltmadan, girdi maliyetlerini makul seviyelere çekmeden gıda enflasyonunu kalıcı şekilde çözmemiz mümkün değildir.”

Bu cümle aslında önemli bir gerçeğin altını çiziyor: Tarım Bakanlığı bu yükün tek sorumlusu değildir, tek çözüm merci de olamaz. Bugün kamuoyunda gıda fiyatlarındaki her dalgalanmanın refleks olarak Tarım Bakanlığı üzerinden okunması hem teknik olarak hatalı hem de siyasi olarak yanıltıcıdır.

Çünkü Tarım-ÜFE’yi yukarı çeken en kritik maliyet kalemleri: enerji fiyatları, akaryakıt, döviz kuru, gübre ve yem hammaddeleri, lojistik maliyetleri, tedarik zinciri yapısıdır. Tarım Bakanlığı, çiftçinin maliyet yükünü tek başına düşüremez!

Döviz kuru Tarım Bakanlığı’nın kontrolünde değildir. 

Enerji-akaryakıt fiyatları maliye politikasıyla ilgilidir. 

Gübre ve yem üretimi sanayi politikasıdır. 

Market fiyatları ve aracılık yapıları ticaret politikasıdır. 

Destek bütçeleri Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından belirlenir.

Dolayısıyla Tarım Bakanlığı’nı gıda enflasyonunun “sorumlusu” ilan etmek, gerçek aktörleri perdeleyen stratejik bir yanılgıdır.

Bugün mutfaktaki yangın; yalnızca çiftçinin meselesi değil, yalnızca Tarım Bakanlığı’nın sorumluluğu da değil, tüm ekonomik kurumların ortak sınavıdır. 

Tarım Bakanlığı’nın yalnız bırakılmadığı, çok bakanlık koordinasyonlu bir reform yürütülmediği sürece: gıda enflasyonu düşmez, sofralar rahatlamaz, ekonomik istikrar kalıcı hale gelmez. 

Türkiye’nin bugün ihtiyacı, tarımı makroekonomik istikrarın tam merkezine alan gerçek bir milli stratejidir. Ve bu strateji artık ertelenemez.

Son söz: İktidar yaptığının sorumluluğunu almaz, medya sessiz, muhalefet sistemden beslenir, plansız ve yetersiz olursa; enflasyon alır başını gider, insanların alım gücü düşer, bundan zarar gören üretici-çiftçi, tüketici halk olacaktır. 

Biz, milletine sadakatle hizmet edecek, konusunu iyi bilen, ortaya alternatifler koyan, somut ve bilimsel verilerle tecrübesini paylaşan, liyakat sahibi, çalışkan, heyecanlı, şerefli, izzetli genç vatan evlatlarına yöneticilik şansı vermeliyiz.

Sevgili dostlar: “Bir şeyleri değiştirmek için bazen inisiyatif almak gerek!”

Kalın sağlıcakla…

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...