Akif’in babası Tahir Efendi oğluna isim olarak Mehmet, mahlas olarak da “ebcet” hesabıyla doğum yılını gösteren “Ragıyf” (Ragif) adını vermişti. “Gerde” denilen bir nevi ekmek anlamına gelen Ragif sözcüğü, dilimizde pek kullanılmadığından ve aile fertleri ve çevresi tarafından anlaşılmadığından, bir zaman sonra “Akif” şekline sokulmuştur.

Adını Mehmet koydu mahlası Ragıyf oldu

Hemşîrezâdemdir. Dört yaşında öldü.

Notuyla başlayan ve 15 Ekim 1908’de yayımlanan “Selma” şiirinin tamamı şöyledir:

“Bütün gün işte boğuştum, içim sıkıldı. Yeter!

Yarın da aynı mezâhimle uğraşıp duracak Değil miyim? Bana öyleyse, şimdilik ister, Ferağ içinde düşünmek, vücûdu yormayarak. Hayat, ceng-i maîşet; cihansa ma’rekedir .”

Zaman zaman bu sükûnlar birer mütârekedir.”

Dedim, zemîne uzandım. Fakat huzûr o ne zor!

Dakika sürmedi hattâ benim bu yaslanmam...

Bir eski komşu gelip:

“Vâliden selâm ediyor,

Diyor ki: “Hasta ağırlaştı, durmasın, akşam

Hemen bizim eve gelsin.” deyince davrandım,

O âşiyân-ı perîşâna doğru yollandım.

Sarıldı boynuma annem, girince ben içeri.

Diyordu ağlayarak: - Görme, Âkif’im çocuğu!

Senin değil yedi kat ellerin yanar ciğeri,

Ölüm döşekleri üstünde görse yavrucuğu.

Şükür, bugün azıcık farklıdır diyorduk dün...

O pembe pembe yanaklar kireç kesildi bugün!

Filân hekim, dediler. Geldi, baktı, anlamadı.

Hayır, filân daha bir anlayışlıdır, dediler;

Meğer yalan yere çıkmış o sersemin de adı!

Bırak ki anlasalar var mı çare hiç? Ne gezer!

Hekim ilaçları, oğlum, bütün tesellidir,

İlaç yiyip iyi olmak, o bir tecellidir.

Kesildi kardeşin artık yemekten, içmekten;

Lakırdı dinlemiyor, kendini helâk ediyor.

O hastadan daha şâyân-ı merhamet... Görsen...

Dedikçe “Anne, çocuktan ümidi kes...

Gidiyor!”

Telâş içinde kalıp büsbütün şaşırmadayım.

Eğer yetişmese imdada yok mu komşu hanım...

– Görünmüyor, hani hemşîre nerdedir?

Gelsin.

Benim sözüm ne kadar olsa başkadır, belki Biraz bulurdu teselli...

– Nasıl da söylersin!

Lâkırdı kâr edecek kim? Duyar mı hiç beriki?

Kolay bir iş mi? Senin anne olduğun var mı?

Çocuk o halde iken anne sözden anlar mı?

Bu hem kaçıncı felâket? Beşinci! Yâ Rabbi,

Tamam beşinci seferdir ki kız ölüm görecek!

Bu son ümidi de şâyet giderse dördü gibi,

Zavallı kendini vaktinden evvel öldürecek.

Çıkıp da gör hele bir kerre şimdi Selmâ’yı...

Ne hâle koydu felek, git de bak, o sîmâyı!

Sabahleyin dili, baktım, biraz ağırlaşıyor...

Melil melil bakıyor şimdi bülbül evlâdım!

Ne zalim illet imiş, bir çocukla uğraşıyor...

O olmasaydı da ben keşke hasta olsaydım.

Şikâyet olmasın amma tahammülüm bitti...

Günaha girmedeyim durmuşum da bak şimdi!

Ne manzaraydı ki bir kuş kadar uçan o melek

Dururdu bî-hareket, kol kanat kımıldamıyor!

Gözünde nûr-i nazar titriyor, hemen sönecek...

Dudakta nâtıka donmuş; kulak söz anlamıyor!

Türâb rengine girmiş cebîn-i sîmîni;

Ölüm merâreti duydum, öpünce leblerini!

Başında annesi -mâtem tecessüm etmiş de

Kadın kıyafeti almış gibi- durur mebhût;

Yanında komşu kadınlar hurûşa âmâde ,

Eğerçi ortada dönmekte bir mehîb sükût.

Girince ben odadan hepsi kalktılar ayağa,

Kızıyla annesi mıhlıydılar fakat yatağa!

Dedim: Nedir bu senin yaptığın düşünsene bir...

Bırak şu hastayı artık biraz da kendisine.

Ne çare, hükm-i kader âkıbet zuhûra gelir,

Cenaze şekline girmekte böyle fâide ne?

Senin bu yaptığın Allah’a karşı isyandır;

Asıl felâkete sabreyleyenler insandır...

Şu yolda başlayan âvâre bir talâkatle ,

Devam edip gidiyordum ben ictihâdımda...

Ne oldu, hastaya bir şey mi oldu? Anlamadım.

O beht içindeki kızdan kemâl-i şiddetle,

Şu sayha koptu ki hâlâ enîni yâdımda:

“Ne taş yüreklisiniz... Âh gitti evlâdım!..”

AKİF’IN DOĞUM TARİHİ

Mehmet Akif, 1873 yılı sonunda İstanbul’da Fatih Sarıgüzel Mahallesi’nde ailesine ait evde doğmuştur. Doğumu hicri 1290 senesi şevval ayındadır. Bunun miladi tarihle karşılığı 1873 yılı 22 Kasım – 20 Aralık günleri arasına rastlamakta ise de birçok yayında Akif’in doğumu ay ve yıl olarak Şevval 1290/Aralık 1873 olarak gösterilmektedir.

Akif, N. Ayas’a verdiği mülakatta, “İstanbul’da Fatih civarında Sarıgüzel’de doğmuşum. Tarihi Şevval 1290’dır.” Demektedir.

AKİF’İN DOĞDUĞU YER

Mehmet Akif’in doğum yeri İstanbul/Fatih- Sarıgüzel olmakla beraber, nüfus cüzdanı daha sonra bir ziyaret için gittiğinde Bayramiç’te çıkarıldığı için, nüfusta “Bayramiç” olarak kayıtlıdır.

Akif’in doğduğu evin, annesi Emine Şerife Hanım’ın ilk eşi ile evliliğinde oturdukları ev olduğunu yukarıda söylemiştik. Akif’in damadı Ömer Rıza Doğrul, Mehmet Akif’in doğduğu evi şu şekilde tarif ediyor:

“Fatih’te Ali Emîrî Efendi Sokağı’ndan Kıztaşı’na doğru inerek ve Sarıgüzel’e doğru ilerleyerek Sarı Nasuh Sokağı’na vardınız mı… Akif’in doğduğu sırada bu ev yedi sekiz odalı, beş yüz arşın bahçeli bir konak çıktı.”

Mithat Cemal Kuntay da evin adresini, “Sarıgüzel’de Sarı Nasuh Mahallesi, 12 numaralı ev” olarak vermektedir.

Akif’in Sarıgüzel’de doğduğu bu evin sonradan yandığını biliyoruz. 1889 yılı baharında Yakacık’ta yazlığa giden Emin Paşa ailesi merhum Hoca Tahir Efendi’nin mahzun çocuklarını da eskiden olduğu gibi yanlarına aldılar. Ancak 1306 Ramazan’ının ilk günü (13 Mayıs 1889) Sarıgüzel’deki evlerinin yandığı haberi geldi. Babasız aile, bu sefer de evsiz kalmıştı.

Fakat Tahir Efendi’nin sadık öğrencilerinden Mustafa Sıtkı Efendi, hocasının ailesinin yardımına koşarak, yangın arsası üzerine küçük bir ev yaptırdı ve aileyi evsiz kalmaktan kurtardı.

Tahir Efendi’nin “derebeyi” hitabıyla sevdiği öğrencisi bu Mustafa Sıtkı Efendi’nin Akif’in hayatında önemli bir yeri vardır. Bu kişi hakkında Akif, “Babam öldükten sonra bize babalık etti” dediği M. Sıtkı Efendi, Cerrahpaşa Çandarlı Halil Hayrettin Paşa evkâf-ı şerifesi kaim-i makamı görevinde bulunmuştur. Mehmet Akif, Mustafa Sıtkı Efendi’yi aileye yaptığı iyilikten yirmi yıl sonra büyük bir badireden kurtarmıştır. 31 Mart olayından hemen sonra Derviş Vahdeti ile komşu olduğu için tevkif edilerek hapse konulan Mustafa Sıtkı Efendi, Mehmet Akif’in Kara Kemal’e şiddetle çıkışması üzerine serbest bırakılmıştır.

‘İBADET EDEN, SEBATKÂR’

Akif’in babası Tahir Efendi oğluna isim olarak Mehmet, mahlas olarak da “ebcet” hesabıyla doğum yılını gösteren “Ragıyf” (Ragif) adını vermişti. “Gerde” denilen bir nevi ekmek anlamına gelen Ragif sözcüğü, dilimizde pek kullanılmadığından ve aile fertleri ve çevresi tarafından anlaşılmadığından, bir zaman sonra “Akif” şekline sokulmuştur. Fakat babası Tahir Efendi ölümüne kadar kendi koyduğu adı kullanmıştır. Arapça olan ve Kur’an’da birkaç ayette geçen “Akif” sözcüğü ise “ibadet eden, sebatkâr” manasındadır.

Mehmet Akif, N. Ayas’a verdiği mülakatta adının “Mehmet,” “mahlası”nın da “Ragıyf” olduğunu ifade ederek şunları söylüyor:

“Babamın bana verdiği mahlas ‘Ragıyf’tır. Ragıyf Arapça bir nevi ekmek demektir. ‘Ragıyf’ ev halkı ve mahalleli arasında kullanılmamış. ‘Akif’e çevirmişler. Nüfus kâğıdına da Akif geçmiş.

İşte bu suretle adım ‘Mehmet’, mahlasım da ‘Akif’ kalmıştır. Fakat babam hep ‘Ragıyf’ derdi. Ragıyf tevellüd (doğum) tarihimi de ifade eder.”

BİTTİ