İDEOLOJİK MİLLİYETÇİLİK VE ATATÜRK -3

Millete dost görünüp de ilk fırsatta iktidar mevkiine geçtikten sonra onun hakiki ihtiyaçlarını düşünecek yerde memleketi kendi istediği yolda götüren, laf anlamayan, yetkili kimselerin yol göstermesine kulak asmayan, millette mevcut kuvvetleri şahsına bağlamaya çalışan kahraman yüzlü insanlardan oldukça çok zarar çekildi.”

Atatürk yaşadığı tecrübelerden ve tarihi olaylardan çıkardığı derslerden hareketle Nutuk’ta, yöneticilerin, liderlerin ve milletvekillerinin düşmanlar tarafından “satın alınabileceği”, Meclisteki milletvekillerinden bazılarının da “yabancılar hesabına çalınmış ve satın alınmış” olabileceğini, bundan dolayı vekil seçerken de “çok dikkatli ve kıskanç” davranılması gerektiğini vurgulamaktadır:

“Sultanlarla, halifelerle idare olunmuş ve olunan memleketlerde vatan için, millet için en büyük tehlike, sultanların ve halifelerin düşmanlar tarafından satın alınmalarıdır. Bu ekseriya kolaylıkla sağlanagelmiştir. Meclislerle idare olunan memleketlerde de, en öldürücü taraf, bazı mebusların yabancılar ad ve hesabına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. Millet meclislerine kadar dâhil olmak yolunu bulabilen vatansızlara tesadüf etmenin uzak bir ihtimal olmayacağına, tarihin bu konudaki misalleriyle karar vermek zaruridir. Bunun için millet, vekillerini seçerken, çok dikkatli ve kıskanç olmalıdır. Milletin hatadan korunması için tek güvenilir çare, düşünce ve hareketleriyle milletin itimadını kazanmış siyasi bir partinin seçimde millete rehberlik etmesidir. Genellikle millet fertlerinin, adaylıklarını ortaya atan her şahıs hakkında karar vermeye yarayacak güvenilir bilgi ve isabetli görüşe malik bulunacağını kabul etmek, teorik olarak tasarlansa bile, bunun tamamen doğru olmadığı, tecrübelerin tecrübeleriyle inkâr edilmez bir gerçek olmuştur.”

Ülke yönetimi bakımından milletine bu uyarıları yapan ve “Devlet ve hükümeti, kendi malı ve koruyucusu tanımak, bir millet için büyük nimet ve şereftir.” diyen Atatürk, vatandaşların bu konuda çok duyarlı olmaları gerektiğini de 1925 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle anlatmıştır:

“Vatandaşlar! Vatanınızda herhangi bir şahsı, istediğinizi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, millî mevcudiyetinizi bütün sevgilerinize rağmen herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermeye sebep olmamalıdır. Bunun aksine hareket kadar büyük hata olamaz.”

Milletin, sahibi olduğu devlet ve hükümeti koruma sorumluluğu o kadar önemlidir ki, yanlış icraatlar yapan bir hükümetin yeni bir seçimde “ikaz edilmesi ve düşürülmesi” de milletin görevidir. Yoksa millet bütün bu yanlışlara ortak olmuş olur. Atatürk bu konuda şu ikazı yapmaktadır:

“Herhalde millet, hükümetin gözcüsü olmak lazım gelir. Çünkü hükûmetlerin icraatı olumsuz olup da millet itiraz etmez ve düşürmezse, bütün kusur ve kabahatlere iştirak etmiş demektir.”

Atatürk parti kuran ve 15 yıl kurduğu partinin genel başkanlığını yapmış bir siyasi lider olarak, işgalden kurtardığı, yeni bir bağımsız devlet kurarak istiklalini armağan ettiği Türk milletine, seçeceği yöneticilerin ve vekillerin hangi özellikleri taşımaları gerektiğini de söylemiştir:

“İçinizde memleketi ve milleti en çok seven, aklına, anlayışına, vicdanına en çok güvendiğiniz insanları seçiniz. Ancak bu sayede Meclis sizin arzularınızı yapmaya, layık olduğunuz refahı temin kudretine malik olacaktır.”

“Bir milletin siyasi alınyazısında mevki sahibi olabilmek için onun ihtiyacını görebilme ve onun kudretini takdirde ehliyet sahibi olmak birinci şarttır.”

TÜRKİYE’Yİ DÜŞÜNMEK

Atatürk’ün ideolojik milliyetçilik konusunda en önemli tespitlerinden biri şüphesiz her konuda olduğu gibi, ülkeyi yönetmek üzere seçilen insanların öncelikli işinin “Türkiye’yi düşünmek” olması gerektiğini vurgulamış olmasıdır. 1 Kasım 1937’de Meclisi Açış Nutku’nda CHP’li milletvekillerine siyasetlerinin ana ilkeleri olarak, “millilik, yerlilik ve evrensel değerlere bağlılık” mesajı veren Atatürk’ün, aşağıdaki konuşmasında özellikle ilk iki ilke bakımından Türkiye’yi yönetenlerin “Türkiye’den başka bir şey düşünmemeleri gerektiği” vurgusu dikkat çekicidir. Çünkü kurtuluşun ve mutluluğa erişmenin yolu budur:

“Asırlardan beri Türkiye’yi idare edenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şey düşünmemişlerdir: Türkiye’yi! Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararları ancak bir şekilde telafi edebiliriz. O da, Türkiye’den başka bir şey düşünmemek! Ancak bu zihniyetle hareket ederek her türlü kurtuluş ve saadet hedeflerine erişebiliriz.”

1923 yılında söylediği şu sözleri de “önce Türkiye’yi, millet olarak kendimizi düşünmek gerektiği” konusuna işaret etmektedir. Yöneticiler gibi milletlin de bu konuda duyarlı olması gerekmektedir. Bütün enerjimizi Türkiye’nin bayındırlığı ve Türk milletinin refah ve mutluluğuna harcamalıyız. Atatürk aşağıdaki konuşmalarında tarihte yaşananlardan da gerekli dersleri çıkartarak, “bütün dimağımızı, çalışmalarımızı bu memleketin bayındırlığına, refahına ayırmak” ve “hedefin bu olması” gerektiğini, bu hedefe ulaşmak için gerekirse “varlığımızın bile ortaya atılması” gerektiğini ifade etmektedir:

“Şimdiye kadar halkımız kendi memleketini, kendi hayatını, kendi menfaatini düşünmek için serbest bırakılmamıştır. Kendi benliği kendisine unutturularak şunun ve bunun herhangi bir keyif ve emelini elde etmekle vakit geçirmiştir. Yani toplumsal ve idarî kuruluşlarımızdaki bozukluk, bu sonuçları bize vermektedir. Bundan sonra şüphe yok ki halk bütün benliğini duyacak ve yaşama kabiliyetini azami derecede geliştirecektir.”

“Yeni Türkiye Devleti kesinlikle emin olasınız ki, eski muazzam Osmanlı İmparatorluğu’ndan daha çok kuvvetlidir. Bunun böyle olduğunu ispat için, yakın olaylara müracaat etmeye de hacet yoktur; akıl, mantık bize gerçeği gösterebilir. Efendiler! Gerçi gayet geniş bir sınıra ve o sınır içinde muazzam bir imparatorluğa sahip bulunuyorduk. Fakat o sonu gelmez sınır içindeki insan kütleleri, hiçbir vakit temel unsurun lehine bir mevcudiyet değillerdi; belki aleyhine! Bu küçük unsur, geniş bir sahaya dağılmaya ve hepsinin üzerinde bir baskı gibi bulunmaya, onları ve sınırları muhafazaya mecburdu; yani, bekçilik ediyordu. Herhangi bir maddeyi gayet geniş bir sahada dağıttığımız zaman o madde yoğunluktan, kuvvetten mahrum olur. Fakat aynı unsuru kendisiyle, mevcudiyetiyle orantılı boyutlarda bir tabii çevreye koyarsanız elbette daha yoğun ve kuvvetli olur. Bundan başka asıl, milleti ve memleketi kudretli yapan bir şey daha vardır ki, o da idare tarzıdır.

Görülüyor ki yeni Türkiye Devleti’nin teşekkülünden evvel, millet hiçbir vakit kendi tarihine, kendi hayatına, kendi refah ve saadet araçlarına malik olamamıştı. Hatta bu, kendisine düşündürülmemişti bile... Sanki milletin vazifesi, herhangi bir padişahın hırs ve hevesini, herhangi bir serdarın geniş ve şaşaalı hayatını temin için sürüler hâlinde şuraya buraya gitmekten ibaretti. Fakat bugün böyle değildir!

Bugün bütün halk, hepimiz benliğimizi anlamış bulunuyoruz. Mukadderatımıza hâkim bulunuyoruz. Tekrar Viyana’ya gitmek, Mısır’ı fethetmek, Hindistan’da imparatorluk kurmak gibi hayallere kapılacak kimse kalmamıştır. Bütün dimağımızı, çalışmalarımızı bu memleketin bayındırlığına, refahına ayıracağız. Gayemiz budur ve bu gaye için mevcudiyetimizi bile ortaya atmaya hazırız.”

YARIN: TEMİZ, DÜRÜST VE AÇIK SİYASET