ATATÜRK VE TÜRK GENÇLİĞİNİN NİTELİKLERİ (2)

“Bizim milletimiz derin bir maziye (geçmişe) maliktir. Bu düşünce bizi elbette altı yedi yüz yıllık Osmanlı Türklüğünden, Selçuklu Türklerine ve ondan evvel bu devirlerin her birine müsavi (eşit) olan Türk devletlerine kavuşturur.” 

G. M. K. Atatürk, 1. Türk Tarih Kongresi (2-11 Temmuz 1932, Ankara / Halkevi) Açılış Konuşması.

Müsveddeleri Atatürk tarafından kontrol edilen bu kitaplar da 1931 yılında basıldı. Kitabın ağırlık noktasını Türk tarihi oluşturuyordu.

Türk tarih yazıcılığının yöntem sorunlarını ortadan kaldırmak üzere, 1932-1938 yılları arasında yayımlanmış olan ve bugün bile el kitabı olarak kullanılan tarih biliminde yöntem sorunları hakkındaki bazı kitaplar Türkçeye çevrilerek yayımlanmıştır.

Kurumsal anlamda yapılan çalışmalara bakıldığında bu konuda da Atatürk’ün ön alıcı çalışmalara imza attığını görüyoruz. Tarihle ilgili kurulan kurumların ilki “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” olmuştur. Direktifleriyle Atatürk’ün “kurucu ve koruyucu başkanı” olduğu ve onun izinde günümüze kadar Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlarının “koruyucu başkanlıklarında” faaliyet gösteren bu cemiyet, 15 Nisan 1931’de kurulmuş, 3 Ekim 1935’te de “Türk Tarih Kurumu” adını almıştır. 1982 Anayasası’nın 134. Maddesi ve 11 Ağustos 1983 tarih ve 2876 sayılı Kanun’la da “Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu”na bağlı dört kurumdan biri haline gelmiştir.

Türk tarih tezinin tartışmaya açıldığı ve tarih öğretimindeki yöntemlerin görüşüldüğü 1. Türk Tarih Kongresi 2-11 Temmuz 1932 tarihinde Ankara’da Halkevi’nde yapılmıştır. Kongre açılışında Atatürk üyelere ve izleyicilere şunları söylemiştir:

“Bizim milletimiz derin bir maziye (geçmişe) maliktir. Bu düşünce bizi elbette altı yedi yüz yıllık Osmanlı Türklüğünden, Selçuklu Türklerine ve ondan evvel bu devirlerin her birine müsavi (eşit) olan Türk devletlerine kavuşturur.”

Bir taraftan Türk Tarih Kurumu üyeleri ve diğer ilgililer, Türk tarih ve medeniyeti üzerinde, Atatürk’ün de bazen diğer devlet işlerini bile aksatırcasına yönettiği çalışmaları sürdürürken, hem bu çalışmaları bir fakülte düzeyinde yürütmek ve hem de onları genç nesillere öğretecek öğretmenler yetiştirmek üzere Atatürk Ankara’da bir fakülte açılması talimatını vermiştir.

EMRİ ATATÜRK VERDİ

“Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi” adıyla kurulacak olan bu kurumun adını, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk bizzat vermiştir. Onun yüksek uygarlık idealini gerçekleştirme isteği üzerine, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin kuruluşu 14 Haziran 1935’de Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen 2795 sayılı kanunun 22 Haziran 1935 tarih ve 3035 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle tamamlanmıştır. Fakülte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin benimsediği misyon ve vizyonun önemli bir parçasıdır. 23 Mayıs 1935 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan kanun tasarısında Fakültenin kuruluş gerekçesi şöyle belirtilmiştir: “Hükümet merkezimizde bir taraftan Türk kültürünü bilgi metodu ile işleyecek tetkik ve araştırma kurumlarına olan ihtiyaç, diğer taraftan orta öğretim kurumlarımıza ulusal dil ve tarihimizin bilimsel ve en yeni anlayışlarına göre hazırlanmış öğretmen yetiştirmek ve bugünkü öğretmenlerimizin bu yönden bilgilerini tamamlamak gereği, Ankara’da bir Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulmasını icap ettirmiştir.”

Atatürk’e göre gençlik, milli bilince sahip ve modern kültürlü olarak yetişmelidir. Gençlerin sağlam ve olumlu bir karakter taşımaları özellikle önemlidir. Atatürk’e göre gençler, almakta oldukları eğitim ve kültür ile insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli sembolü olacaklardır. Gençler çağdaş eğitim ve öğretim içinde yetişecekler, pozitif bilimin ışıklarıyla donatılacaklardır.

Atatürk’ün düşünce dünyasında vatanın ve milletin bütün ümit ve geleceği genç kuşakların anlayış ve enerjisine bağlanmıştır. Zira cumhuriyeti yükseltecek ve yaşatacak olan gençlerdir. Bu nedenledir ki, Türk istiklâlini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza dek yaşatma görevi onlara emanet edilmiştir.

İşte bu nedenle, Atatürk’ün aydınlık yolunda yürüyecek ve onun emanetine sahip çıkacak Türk gençliğinin en temel niteliklerinden biri, milli tarih bilincine sahip olmaktır. Eğer sağlam bir tarih bilinci olursa Türk çocukları emanete sahip çıkabilir, kendi varlığına, birliğine ve cumhuriyetine düşman olan unsurlarla mücadele edebilir. Örnek, Mustafa Kemal’dir. O’nu büyük yapan, onu Atatürk haline getiren en temel özelliği tarih sevgisi ile iyi bir tarih bilgisi ve bilincine sahip olmasıdır.

TÜRKÇE DUYARLILIĞI

Dil, düşünme, konuşma, yazışma, anlaşma ve iletişim aracıdır. Her türlü eğitimin ve bütün bilimlerin vazgeçilmez temelidir. Milli kültürün başlıca unsurudur. Kültürün kuşaklar arası aktarımı da dil ile gerçekleşir. Dil, milli birlik ve bütünlüğün koruyucusu, milletin sürekliliğinin güvencesidir. Gelişmiş, zengin, bütün ihtiyaçlara cevap verebilen bir dil, her alanda kalkınıp ilerlemenin ön şartlarından biridir.

Bir devlet ve düşünce adamı olarak Atatürk, milletlerin doğuşu, sürekliliği, bağımsızlığı ve yükselişi ile dil arasındaki sıkı bağı çok iyi gördüğü içindir ki, tarih konusunda olduğu gibi dil konusuna da büyük önem vermiştir. Türk gençliği cumhuriyeti yaşatma görevi ile görevlendirilmişse ki, Gençliğe Hitabe bu görevi gençlere vermektedir,

Türk gençliğinin cumhuriyetin temel esaslarını oluşturan bilinçle yetişmeleri önem taşımaktadır. Bu duyarlılığın de iki ana kaynağı vardır. Biri milli tarih bilinci, diğeri de Türkçe bilincidir. Milli tarih ve Türkçe (dil) hem millet olmamızın hem de cumhuriyeti oluşturan merkezi / üniter-milli/ulus devlet temel esasının olmazsa olmazıdır.

MİLLİ DUYGU VURGUSU

Bu bakımdan Atatürk milli kimliğin, Türk kimliğinin oluşumu bakımından dilin, Türkçenin önemine sık sık işaret etmiştir.

Atatürk “milli bilinç”in tarih ve dil çalışmaları ile yaşatılabileceğini söylemiştir: “Milli bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz.”

Yine Atatürk, 1930 yılında yayımlanan Sadri Maksudi Arsal’ın “Türk Dili İçin” isimli eserine yazdığı “Önsöz”de “milli duygu” ile “dil” arasındaki yakın ilişkiye vurgu yapmıştır: “Milli duygu ve dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin milli ve zengin olması milli duygunun gelişmesinde başlıca etkendir.”

Sosyoloji biliminin verilerine göre “ortak dil” bir milletin “ortak kültürü”nü oluşturan en önemli değerdir. Çünkü hem kültür unsurları arasındaki iletişim ve etkileşim; hem de kültür değerlerinin bir sonraki kuşağa aktarılması dil ile olur. Dil aynı zamanda “milli kimliğin” en önemli göstergesidir. Ortak diliniz varsa, ortak kimliğiniz vardır. Tarihte dilini kaybeden milletler, bir süre sonra kültürlerini, sonuçta da milli kimliklerini kaybetmişlerdir. Türklüğün tarihi incelendiği zaman; Türk milletinin büyük badireler atlatmasına, Türkçenin zaman zaman darboğazlara girmiş olmasına rağmen her şeyinin dili sayesinde yaşadığı görülmektedir ki, Atatürk de çeşitli konuşmalarında bunu vurgulamıştır. Mesela şu sözleri bu bakımdan önemlidir:

“Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için, her Türk dilini sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlâkının, an’anelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir...”

YARIN: MERKEZİ/ÜNİTER-MİLLİ/ULUS DEVLET BİLİNCİ