BUGÜNKÜ CHP’NİN UNUTTUĞU ATATÜRK VE CUMHURİYET İLKELERİ (2)

Egemenliğin kaynağı olarak “millet iradesi” kabul edildiği zaman, laik devlet düzeninin oluşturulması için ilk adım da atılmış olmaktadır. İktidarın kaynağı ilahidir dendiğinde, bundan “teokratik/skolastik” düşünce sistemleri, dolayısıyla teokratik hukuk/devlet/ toplum yapıları; iktidarın kaynağı beşeridir dendiğinde, bundan, ilahinin karşıtı “laik” düşünce sistemleri, dolayısıyla laik hukuk/devlet/toplum yapıları çıkmaktadır.

TÜRKİYE Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan üçüncü ana ilke, milli egemenliktir. Milli egemenlik, devlet içinde en üstün buyurma kudreti olan egemenliğin, millete ait olduğunu ifade eder. Bu anlamda milli egemenlik, kişi ve zümre egemenliği ile yani “monarşik”, “oligarşik” veya “teokratik” yönetim biçimleri ile kesinlikle bağdaşmaz. Tıpkı tam bağımsızlık ilkesi gibi milli egemenlik de, Atatürk’ün Milli Mücadele’nin ilk günlerinden beri açıkça ortaya koyduğu, ısrarla vurguladığı bir ilkedir. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde, “irade-i milliye” olarak ifade edilen bu ilke; 28 Aralık 1919’da Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’ya gelişinden bir gün sonra Atatürk tarafından şu şekilde ortaya konulmuştur: Bir millet, varlığı ve hakları için bütün kuvvetiyle, bütün fikri ve maddi güçleriyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz... Bu sebeple teşkilatımızda mili güçlerin etken ve milli iradenin egemen olması esası kabul edilmiştir. Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Milli egemenlik... Atatürk, Milli Mücadele’nin başlangıcından, kendisinin hayata veda ettiği ana kadar, her fırsatta milli egemenliği Türk toplumuna benimsetmeye çalışmış, her zaman kişisel yönetimin sakıncalarıyla milli egemenliğin üstünlüklerini çarpıcı şekilde karşılaştırmıştır. Çağdaş bir topluma ve çağdaş bir devlete yakışan yönetim şeklinin, milli egemenlik esasına dayanan sistem olduğunu çok iyi bilen Atatürk; TBMM’nin açılması, saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilanı, halifeliğin kaldırılması ve diğer bazı temel yapısal değişim ve dönüşüm hareketleri (inkılaplar) ile hep milli egemenliği yerleştirme gayreti içinde olmuştur.

Atatürkçü Düşünce Sisteminde milli egemenlik esası, demokratik-laik devleti gerçekleştirme amacının temel bir parçası olarak değerlendirilmiştir. Bu esas aynı zamanda Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık ve Laiklik ilkelerini de besleyen önemli bir ilkedir. Egemenliğin kaynağı olarak “millet iradesi” yani hukuki anlamda “beşeri irade” kabul edildiği ve bunun sonucu olarak milli egemenlik hayata geçirildiği zaman, laik devlet düzeninin oluşturulması için ilk adım da atılmış olmaktadır. Çünkü iktidarın kaynağı ilahidir dendiğinde, bundan “teokratik/ skolastik” düşünce sistemleri, dolayısıyla teokratik hukuk/devlet/toplum yapıları; iktidarın kaynağı beşeridir dendiğinde, bundan, ilahinin karşıtı “laik” düşünce sistemleri, dolayısıyla laik hukuk/devlet/ toplum yapıları çıkmaktadır.

Milli irade veya milli egemenlik düşüncesinin sonucu olarak, laik toplum/ hukuk/devlet düzenine geçişte, bir yandan teokratik toplum/hukuk/devlet düzenine ait “ümmet” fikri yerini “millet” fikrine bırakırken, öte yandan “kul/tebaa” fikri, yerini “insan/vatandaş” fikrine bırakmıştır. Böylece, bugün hararetle savunulan ve uluslararası sözleşmelerle korunması, geliştirilmesi devlete temel bir yükümlülük olarak yüklenen “insan hakları” düşüncesinin temelleri bu düşüncelerle atılmış olmaktadır. Günümüzde, gerçekten, insan hakları ancak laik-demokratik bir toplum/hukuk/devlet düzeninde söz konusu olabilmektedir.

CUMHURİYETİN TEMEL İLKELERİ

Atatürk ilkeleri; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel niteliklerini ortaya koyan ve Türk milletinin yeni devletini ilelebet yaşatabilmesi için sahip olması gereken temel özellikler ile yerine getirmesi gereken sorumlulukları ifade eder. Mustafa Kemal Atatürk’ün, Milli Mücadele’nin başından itibaren uygulamaya koyduğu altı ilke, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde siyasi kadroyu oluşturan Anadolu ve Rumeli Mudafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin ve onun siyasi bir partiye dönüşümünden doğan Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurultaylarında şekillendirilmiştir. 9 Eylül 1923 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş olan bu parti, toplum ve devlet idaresine yönelik görüşlerini kendi parti programına yansıtmıştır. Bir başka ifade ile yeni Türk Devleti’nin yapısı Cumhuriyet Halk Partisi’nin prensiplerinin üzerine oturtulmuştur. Birbirini takip eden inkılâplar, bu partinin sorumluluğu veya sevk ve idaresi altında gerçekleştirilmiştir.

1927, 1931 ve 1935 yıllarında yapılan parti kurultaylarında bu düşünceler geliştirilmiş, altı ilke 5 Şubat 1937 tarihinde, 1924 Anayasası’nın ikinci maddesinde yapılan değişikliklerin ardından Türk Devleti’nin temel ana nitelikleri olarak kabul görmüştür. Bu altı ilke Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılapçılık’tır.

CUMHURİYETÇİLİK

Atatürk’ün ilkelerinden biri olan cumhuriyetçilik devlet idaresinde millî egemenliği, millî iradeyi ve hür seçimi esas kabul eden ilkenin adıdır. Siyasi bir rejim olarak cumhuriyet, halka dayanan, gücünü halktan alan bir devlet şekli ve iktidarın millete ait olduğu bir sistemdir. Bu sebeple cumhuriyette egemenlik bir kişi veya zümreye değil, toplumun bütün kesimlerine aittir. Bu anlamda, başta devlet başkanı olmak üzere, devletin temel organlarında görev yapan kişilerin seçimle işbaşına geldikleri, özellikle bunların belirlenmesinde veraset sisteminin kesinlikle rol oynamadığı bir hükümet modelini benimser. Cumhuriyet fikri ilk defa Fransız İnkılâbı’nın sonucunda ortaya çıkmıştır. Dar manada, sadece devlet başkanının doğrudan veya dolaylı olarak halk tarafından belirli bir süre için seçilmesi, geniş anlamda ise; egemenliğin milletin bütününe ait olması kastedilir. Cumhuriyet aynı zamanda hem bir devlet, hem de bir hükümet şeklidir. Devlet şekli olarak cumhuriyet; egemenliğin bir kişi veya zümreye değil, toplumun bütününe ait olmasıdır. Hükümet şekli olarak ise; başta devlet başkanı olmak üzere, devletin başlıca temel organlarında görev alan kişilerin seçim ilkesine göre belirlendiği, dolayısıyla veraset sisteminin kesinlikle kabul edilmediği bir hükümet modelidir. Türk milleti asırlar boyunca kendi hâkimiyetini, kendi iradesini kullanmasına mani olan monarşi, oligarşi gibi rejimlerin acılarını çekmiş ve sonunda kendine en uygun yönetim şeklinin cumhuriyet olduğunu görmüştür. Cumhuriyet, temel olarak millet egemenliği fikri üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla eski Türk devletlerinde bu anlamda bir rejim görmek mümkün değildir. Cumhuriyet rejimi ile eski Türk devlet idaresi arasında bazı bakımlardan benzerlikler bulunmakla birlikte, bunun bugünkü anlamda bir cumhuriyetin kurulması için yeterli olmadığı malumdur. Cumhuriyetçilik ilkesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün devlet anlayışında en önemli unsurlardan birisi olan, milli egemenlik ilkesinin tabii bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Adeta, bu ilke ile birbirini tamamlayan cumhuriyetçilik; Türkiye’de devletin siyasi rejim olarak, cumhuriyetin benimsenerek, sahip çıkılması ve korunmasını amaçlar. Türkiye’de cumhuriyet ideolojisi, modernleşme sürecinin ilk aşamaları arasında yer alan anayasacı, milliyetçi ve laiklik ilkelerini paylaşmakta ve bu ilkelerin temel esası olma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk kuracağı cumhuriyet Türkiye’sini doğal ve tarihsel gerçeklere dayanarak kurmuştur. Dolayısıyla Anadolu halkının yapısını gözden uzak tutmamıştır. Anadolu halkının arasındaki tüm ırksal, sınıfsal ve düşünsel ayrılıklara karşı çıkarak çizilen sınırlar içerisinde kendini Türk olarak kabul eden herkesi vatandaş kabul etmiş ve hepsine eşit değer vermiş ve ayrıcalıklı davranmamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’e göre cumhuriyet; fazilettir ve ahlaki ve fazilete müstenit bir idare olarak, faziletli ve namuskâr insanlar yetiştirdiğinden, Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun idaredir. Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyeti, milli hâkimiyet temeline dayanan bir halk hükümeti olarak görür ve vatandaşın devlete, devletin de vatandaşa karşı hak ve görevlerini en iyi şekilde düzenleyen yönetim şekli olarak benimser. Mustafa Kemal Atatürk, gençlik yıllarından itibaren cumhuriyetin nasıl bir rejim olduğunu bilen ve milletinin böyle bir idareye kavuşması gerektiğini düşünen bir kişidir. Hatta daha bu yıllarda, Türk milletinin mutlaka cumhuriyet idaresine kavuşacağını söylemekten de çekinmemiştir. Türkiye’de cumhuriyetin ilanıyla kabine sistemine geçilirken, aynı zamanda devletin demokratikleşmesi yolunda büyük bir adım atılmış ve yapılacak olan inkılâplara ortam hazırlanmıştır. Cumhuriyet, ırk, din, dil ve cinsiyet farkı gözetmeksizin bütün vatandaşların paylaştıkları ve faydalandıkları bir siyasi rejim olup, bu rejimin özünü de eşitlik ilkesi teşkil etmektedir. Cumhuriyet en gelişmiş ve en ileri devlet şekli olarak Türk inkılâbının hem ürünü hem de başarısıdır. Dolayısıyla büyük bir mücadelenin sonucu ve yeni bir dönemin başlangıcı olarak, Türk milletinin bütün fertleri tarafından önemi kavranması ve sahip çıkılarak korunması gereken bir değerdir. Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyet rejimi için yeni bir hukuk düzeni olması gerektiğini düşünmüştür. Çöken bir devletin yasaları ile cumhuriyeti yürütebilmek de mümkün değildir. Bu nedenle, yeni rejim kendi anayasasını ve yasalarını getirmeli ve böylece kendi hukuk düzenini kurmalıdır. Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyeti her zaman demokrasi kavramı ile beraber ele almıştır. Ona göre cumhuriyet, demokrasi ile yönetilen devlet biçimidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasa’da ifadesini bulduğu şekliyle, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olmak gibi değişmez niteliklere sahiptir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir başka niteliği de sosyal devlet olmasıdır. Sosyal devlet; halkını kucaklayan, sıkıntılarını çözmek için çalışan ve toplumsal ve bireysel anlamda, her alanda bütün vatandaşlarının hayatını güvence altına almayı amaçlayan bir devlet modelidir. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşundan beri benimsediği bu niteliğine bağlı olarak, halkının çeşitli istek ve beklentilerine uygun olarak onlara her türlü hizmeti götürmeye çalışmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, hukukun üstünlüğü ilkesi benimsenmiş ve herkesin kanun önünde eşit olduğu prensibi hukukun değişmez niteliklerinden birisi olarak kabul edilmiştir. Ayrıca adaletin yerini bulmasını sağlamak maksadıyla da hâkimlere baskı yapılmasının önüne geçilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu niteliği ile bütün işlerin hukuka uygun gerçekleştirilmesi ve bütün vatandaşların can, mal ve namus güvenliklerinin sağlanarak, mutlu bir hayat sürmeleri amaçlanmıştır.

Atatürkçü düşünce sisteminde, cumhuriyet yönetiminin en belirgin niteliklerinden birisi de, devlet ile millet arasında ayrılık bırakmaması ve bu iki unsur arasında kaynaşmayı sağlamasıdır. Bu noktada, cumhuriyetçilik ilkesinin bunu sağlayabilecek nitelikte olduğu da görülmektedir. Çünkü Türk milletine cumhuriyeti benimsetmeyi amaçlayan cumhuriyetçilik ilkesi, cumhuriyetin şahsında, devlet ile milleti birbiriyle bütünleştirmektedir.

YARIN: MİLLİYETÇİLİK