ÖNCESİ VE SONRASIYLA 30 AĞUSTOS ZAFERİ - 4

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, İzmir’e girdikten sonra not defterine şöyle yazdı: “Doğu sorunu (şark meselesi) halledilmiştir. Doğudaki azınlıkları korumak gibi ahmakça bir vesile ile doğudaki çoğunlukları esaret altına almaktan ibaret olan doğu sorunu… Bu mu uygarlık? Vahşiyane hareketlerde bulunanların, uygarlık, kişilik adına söz söylemeye yetkileri olabilir mi?

HALKIN yapmakta oldukları şenliklerin gece yarısına kadar devamına müsaade edilerek ondan sonra herkesin evine çekilmesi ve sükûnetin muhafazası bildirildi. Sonrasını Fahrettin Paşa anlatıyor: “Karşıyaka’da yalılar boyunda küçük bir evde oturan ihtiyar annemle teyzemi görmek için oraya doğru gittim. İhtiyar babam ve tüccar olan kardeşim Rodos’a kaçmak zorunda kalmışlardı. İzmir’de kalan teyzemin kocası Eczacı Yüzbaşısı Ahmet’i Yunanlılar işgal günü şehit etmişler, böylece iki ihtiyar kadın yalnız başlarına ev bekçisi kalmışlar.

Savaş sırasında zaman zaman gözlerimin önüne gelen evimize yaklaştığım sırada çarşaflı ve uzun boyu ile eğile eğile gelmekte olan anamı tanıdım. Bilmiyorum nasıl bir duygu içindeydim o anda. Atımı insiyaki bir şekilde ona doğru sürdüm ve önünde atımdan atlayıp ellerine sarıldım. Annem belki de o anda dünyanın en mutlu insanlarından birisiydi. Önce vatanı kurtulmuştu. Sonra ben onun oğlu muzaffer ordumuzun generallerinden birisi olarak İzmir’e ilk giren süvari birliklerinin kumandanıyım… Ve her şeyden önce beni sağ salim karşısında bulmuştu… İşte ihtiyar anacığım çeşitli heyecanlar içinde geçen ömründe bu yeni heyecanın ağırlığına dayanamadı ve:

‘Vay Fahri’m…’ diyerek düşüp kaldı. Arkadaşlarım onu kucakladılar ve evimize götürdüler. Yaşlı anacığım askerlerimizden benim hakkımda bir bilgi alabilir miyim diye dışarı çıkmış imiş… Evde biraz oturdum. Teyzem küçük bir tepsi içinde bir dilim ekmekle biraz tuz ve karabiber ikram etti. ‘Hayrola…’ Diye sorduğum vakit, aldığım cevap şu oldu: ‘İşte evladım son günlerde buna kalmıştık…’ Hasretimi bir parça olsun gidermiş, bu akşam işlerimin çok olduğunu, bu sebeple gelemeyeceğimi ancak ertesi gün öğle vakti yemeğe gelebileceğimi söyledikten sonra tekrar ellerini öptüm ve görevimin başına dönmüştüm.”

YUNAN KRALI: BU ORDUYLA CEHENNEME GİDERİM

İsmail Habip Sevük 12 Eylül 1922 günü Kastamonu Açıksöz gazetesinde yayımlanan bir “Büyük Zaferin Nutku” başlıklı konuşmasında iki tarafın durumunu karşılaştırarak Kral Konstantin ve Venizelos’un oğlu ile ilgili şunları söylüyor: “… Bu harp Türk’le Yunan’ın cengi değil, elinden her şeyi alınanla elinde her şeyi olanın cengiydi bu harp. Onlar askerlerini vagonlarla, biz çarıklarla sevk ediyorduk, onlar mühimmatlarını kamyonlarla getiriyor, biz kadınlarımızın sırtında taşıyorduk. Onların otomobillerine karşı bizde kağnılar vardı. Düşman yağmur yerine kurşun, kurşun yerine gülle, gülle yerine zelzele yağdırırken biz, zaman oldu ki, her gülleye bir kurşun, her kurşuna bir süngü, her süngüye bir yumrukla mukabele ettik. Öyleyken yenilmek onlara, yenmek bize düştü.

… Bu harp yalnız zulüm ile adaletin, haksızlık ile mağduriyetin, istila ile müdafaanın bir harbi değil, bu harp maddiyat ile maneviyatın bir harbi idi. Üç buçuk seneden beri yalnız haçla hilal, müşrik ile vahdaniyet değil madde ile ruh da çarpışıyordu. Felsefe âleminde madde ile ruh mücadelesi diye bir şey var mı bilmiyorum, eğer varsa, bizim bu zaferimizle sabit oldu ki madde bir kere daha mağlup ve münhezim (bozguna uğramış), ruh bir kere daha galip ve mütealidir (El-Müteali: Aklın mümkün gördüğü her şeyden, her halden pek yüce olan, yüceliği tasavvur edilemeyen. Her türlü benzetme ve tasavvurdan uzak ve üstün olan). Hatip (İ. H. Sevük) bize ‘madde’nin gururunu anlattı. Konstantin İzmir’e çıktığı vakit askerine neşrettiği beyannamede ‘İki bin sene size bakıyor!’ demişti. Hakikaten iki bin sene onlara bakıyormuş, çünkü iki bin senenin gözü hiç böyle bir mağlubiyet görmemişti! Sonra Konstantin Eskişehir’de iken bir yabancı muhabirin ‘Ankara’ya gidecek misiniz?’ sorusuna şu cevabı vermişti: ‘Bu ordu ile Ankara’ya, Sivas’a değil, cehenneme giderim!’

Konstantin’in cehenneme giderim demesi ne kadar haklı imiş: İşte ordusu inhizamın (bozgunun) cehennemine gitti. O cehennemde yanıp kavruluyor. Venizelos’un oğlu Bursa’da Osman Gazi’nin türbesinde, kılıçla bu ilk padişahımızın sandukasına vurarak, ‘Kalk ey Türk, bak bütün tarih nasıl devriliyor’ demişti. Osman’ın ruhu şimdi ona haykırıyor: ‘Bak, Yunan yumurcağı, bin senelik bir tarih yüz senelik bir tarihi nasıl önüne katıp yuvarlayıverdi.’ Bu zafer yalnız bizim değil, bütün İslamiyet’in de zaferidir. Çünkü bu zaferle bütün İslam âlemine ve bütün Asya’ya yeni bir devir açıldı. Bu zafer yalnız İslam âleminin de değil bütün mağdur ve mazlum milletlerin bir zaferidir. Çünkü dünyanın bütün mağdur milletleri bizim bu zaferimizde cebir ve tahakkümle hakkın çiğnenemeyeceğini anlayacaklar ve bizim zaferimiz bütün o milletlere haykıracak: - Benden ders alın!”

İZMIR’İN KURTARILIŞI BÜYÜK YANKI YAPIYOR

Yunan birliklerinin 15 Mayıs 1919’da İzmir’de karaya ayak basmaları, Anadolu’daki milli uyanışın ve mücadele fikrinin, mücadele direncinin doğmasında en önemli etkenlerden biri olmuştu. Bu nedenle İzmir, Türk İstiklal Harbi’nin simgesi haline gelmişti. 9 Eylül 1922’de Yunanlıların gemilere doluşarak kaçmaları ile 3 yıl, 3 ay, 25 gün süren işgal sona ermiştir. Bu nedenle İzmir’in düşman işgalinden kurtarılışı hem yurt düzeyinde hem de yurt dışında büyük yankılar uyandırmıştır. Tevfik Paşa başkanlığındaki İstanbul Hükümeti bile kazanılan zaferi kutlamak gereğini duymuştu. “Kahraman yaradılışlı Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine” diye başlayan kutlama telgrafında, “Anadolu’muzun ve Türk ili olan ünlü İzmir kentimizin kurtarılması yolundaki üstün başarı, Osmanlılığın övünç tarihine pek parlak bir kahramanlık sayfası eklemiştir.” Deniliyordu.

Hindistan ve Tiflis Müslümanları ile Buhara Türkleri Bilim Kurulu, Afganistan Elçisi Ahmet Han ve Sovyet Elçisi Aralov da zaferi kutlayanlar arasında idi. Hindistan Hilafet Merkez Komitesi Başkanı Chotani imzasıyla TBMM’nin Paris Temsilcisi Ferit Tek’e 5 Eylül’de çekilen telgrafta, “Yunan ordularına karşı kazandıkları parlak ve şanlı zaferden dolayı Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleriyle muzaffer ordusuna Müslümanların en içten tebriklerinin iletilmesi” isteniyordu. Telgrafta aynı zamanda “8 Eylül Cuma günü Hindistan’daki camilerde Ankara Hükümeti’nin zaferini tamamlaması için dua edileceği” belirtiliyordu. Fransa’nın Toulouse kentindeki Mısırlı öğrenciler de Ferit Tek’e çektikleri telgrafta Mustafa Kemal’i “Doğunun kahramanı” olarak nitelemişlerdir. Türk Kurtuluş Savaşı’nı Haçlılara karşı bir direnme hareketi olarak değerlendiren Afganistan Elçisi Ahmet Han ise telgrafında, “Müslümanlığı ve İslam vatanını savunma uğrunda yüzyıllardan beri Haçlı ordularının saldırılarına göğüs geren şanlı ve fedakâr evlatları, gazanız ve zaferiniz mübarek olsun!” diyordu.

Ünlü şairimiz Yahya Kemal Beyatlı “Eğil Dağlar” isimli Milli Mücadele yazılarını topladığı kitabının başında 26 Ağustos 1922 tarihli şiirinde kazanılan zaferin İslam dünyası için ne ifade ettiğini çok güzel açıklayacaktı: “Şu kopan fırtına Türk ordusudur Yârabbî! Senin uğrunda ölen ordu budur Yârabbî! Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın, Gaalib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.” Sovyet Elçisi Aralov ise TBMM’ye gönderdiği kutlama yazısında, “Sovyet halkının, Batı emperyalizminin küstahça isteklerine son verecek bu kesin zaferi sevinçle öğreneceklerini” belirterek, “İstanbul ve Edirne’nin de yakında kurtarılacağına inandığını” söylüyordu.

‘SİYASİ VE ASKERİ BİR AYMAZLIK ÖRNEĞİ!’

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Karşıyaka’da Akdeniz sularını seyrediyordu. Sevinçli ve gururluydu. İzmir’e girdikten sonraki duygularını, kısa ve kesik cümlelerle tuttuğu not defterine şöyle yazdı: “15 Mayıs 1335 (1919) İzmir’i işgal. 3 sene 4 ay. Ben aynı günde İstanbul’u terk… O kara günde Karadeniz’den, bugün Akdeniz’deyim.” Mustafa Kemal aynı notlarının devamında, işgalcilerin Anadolu’dan çıkartılmasını, Avrupa devletlerinin Osmanlı topraklarını paylaşmak için yüzyıllardır yürüttükleri “şark meselesi” (doğu sorunu/question d’orient) çözüme ulaştırılması olarak değerlendirecekti: “Doğu sorunu (şark meselesi) halledilmiştir. Doğu’daki azınlıkları korumak gibi ahmakça bir vesile ile doğudaki çoğunlukları esaret altına almaktan ibaret olan doğu sorunu… Cihan uygarlığına sorarım, bu mu uygarlık? Vahşiyane hareketlerde bulunanların, uygarlık, kişilik adına söz söylemeye yetkileri olabilir mi? Azınlıkları servet ve zenginlik içindeydi; kardeş gibi geçiniyorlardı. Bunları cani yapan kimdir? Tarih, İngiltere Hükümeti’nin böyle gülünç bir girişime umut bağlamasını hayretle yazacaktır. Maskara bir kavmi Türkiye’yi istila ettirerek cihangir yapmak!... Siyasi ve askeri bir aymazlık örneği!”

Mustafa Kemal Paşa’nın tarihi süreç içinden bakarak ortaya koyduğu bu düşünceler; artık Anadolu’da 19. yüzyılın ortalarından itibaren “düvel-i muazzama” deyince dizleri titreyen Osmanlı Devleti yöneticileri ve aydınları yerine, Anadolu’da kendine ve Türk milletine güvenen yeni bir gücün, yeni bir Türkiye’nin doğduğunu ifade ediyordu. Türk milliyetçileri başarmış, emperyalizmi yenmişlerdi. Emperyalizmin yenilebileceğini mazlum milletlere de göstermişlerdi. Yukarıdaki toblada anlatıldığı gibi... BİTTİ