Türkiye, 1952 yılında NATO ittifakına katıldığından bugüne NATO hukuku çerçevesinde üstlendiği tüm misyonları yerine getirirken ülkemizin özellikle milli güvenliğini yakından ilgilendiren konulardaki hassasiyeti ittifak üyeleri tarafından görmezden gelinmeye çalışılmıştır.

Rusya-Ukrayna savaşının etkileri pek çok alanda olduğu gibi dünyadaki güvenlik algısını da değiştirmiş, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere savunma politikalarında önemli değişiklikler yaşanmaya başlamıştır. Bu bağlamda uzun yıllardır tarafsız kalmayı tercih eden İsveç ve Finlandiya NATO’ya üyelik için girişimlerde bulunmuş ve bu ülkelerin terör örgütleri ile olan yakın ilişkileri sebebiyle Türkiye, milli güvenlik meselesiyle ilgili beklentiler karşılanmadan her iki ülkenin de NATO üyeliğine sıcak bakmadığını dile getirmiştir. Nitekim geçtiğimiz yılın Haziran ayında Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında üçlü bir mutabakat imzalanmış, İsveç ve Finlandiya terörle mücadele konusunda taahhütlerde bulunmuştur. Finlandiya, Türkiye’nin haklı beklentilerine hızlıca yanıt vermiş ve NATO ittifakına katılımı Türkiye tarafından onaylanmıştır.

Finlandiya’nın ardından İsveç’in de ittifaka üyeliği konusunda beklentiler yükselmiştir. Ancak; Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında imzalanan üçlü mutabakattan sonra geçen süre zarfında İsveç, terörle arasına mesafe koyma konusunda ısrarla imtina etmeye devam etmiştir. Diğer yandan İsveç hükümeti kutsal değerlerimize yönelik yapılan saldırılar karşısında ise kınama açıklamaları dışında somut bir adım atmaktan da aciz kalmıştır.

Türkiye’nin milli güvenliğini doğrudan hedef alan terör örgütlerinin Avrupa’daki kampı haline gelen İsveç’in tavır ve tutumunu değiştirmediği takdirde NATO üyeliğinin mümkün olmadığının İsveç tarafından anlaşılması gerekmektedir.

Sorun sadece İsveç ile sınırlı değildir. Bugün müttefikimiz olduğunu söylen ABD’nin PKK/YPG ile olan ilişkileri ise izah edilemez boyutlara ulaşmıştır. ABD’nin söz konusu terör örgütleriyle olan ilişkileri ne NATO’nun ittifak anlayışına ne de müttefiklik ahlakına uymamaktadır. Gerek siyasi tarihimizde gerçekleşen darbelerin gerekse de dönem dönem ülkemizde oluşturulmaya çalışılan kaos ve kargaşa ortamlarının NATO ve ABD ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkili olması hem NATO’nun hem de ABD’nin itibar ve inandırıcılığını zedelemiştir.

NATO Liderler Zirvesi kapsamında Sayın Cumhurbaşkanımızın, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve İsveç Başbakanı Ulf Kristersson ile görüşmesinin ardından İsveç’in ittifaka üyeliği konusunda mutabakata varıldığı ifade edilmiştir.

Buradaki en önemli husus İsveç hükümetinin teröre karşı somut adımları bir an önce atması gerekliliğidir. İsveç hükümetinin önümüzdeki süreç içerisinde bu anlamda somut adımlar atması samimiyet konusunda bir turnusol görevi görecektir. Bu bağlamda İsveç Savunma Bakanı Pal Johnson’ın “Türkiye ile uluslararası terörizme karşı mücadele edeceğiz. Kendimizi, terör örgütü PKK’nın İsveç’teki faaliyetlerini engellemeye çalışacağız” açıklaması dikkat çekici olmuştur. İsveç Hükümetinin ülkede var olan ve Türkiye’ye karşı faaliyet gösteren terör örgütleriyle mücadeleyi anayasal bir zemine kavuşturması bunula beraberde sert tedbirlerle uygulamaya koyması zorunluluktur.

Diğer taraftan NATO’nun geleceği ve ittifak anlayışının sağlıklı ilerleyebilmesi adına diğer NATO üyesi ülkelerin de Türkiye’nin hassasiyetlerini iyi anlaması ve bu bağlamda gerekli tedbirleri alması gerekmektedir. Fransa’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önünde FETÖ’cülerin eylemlerine NATO üyesi ülkelerin sessiz kalması, ABD’nin PKK/YPG ile olan yakın ilişkileri yine ittifak üyesi ülkelerde kutsallarımıza yönelik gerçekleşen saldırılara karşı yeterli somut adımların atılmaması müttefiklik ruhundan oldukça uzak bir tabloyu karşımıza çıkarmaktadır.

Dünya elbette NATO ve ABD’den ibaret değildir. Bu bağlamda Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin 24 Mayıs 2022 tarihinde haftalık olağan Meclis Grup Toplantısı’nda işaret buyurdukları 57 İslam ülkesi ve Türk dünyasını kapsayan “Asya ve Orta Doğu Güvenlik Örgütü” iyi anlaşılmalı ve analiz edilmelidir.

Zira artık dünya artık tek kutuplu düzeni reddetmektedir. Küreselleşme artık yerini yerelleşmeye bırakmaya koyulmuştur. Hal böyleyken aynı ruh kökünden beslenen ülkelerin bir araya gelmesi tabii bir gelişme olacağı gibi artık bir gerçeklik hâline gelmiştir.