Anadolu’da milli mücadelenin devam ettiği yıllarda Türk illeri ile olan ilişkiler derinleşme sürecine girmiş, özellikle de Mustafa Kemal’in görevlendirmeleriyle oluşturulan heyetler Orta Asya coğrafyasında faaliyetler yürütmüşlerdir. Ulu Önder Mustafa Kemal’in Orta Asya’ya “anayurt” gözüyle baktığı ve Türk coğrafyaları arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinin önemli olduğuna tam manasıyla inandığı o dönem yürütülen faaliyetlerden açıkça görülmektedir.

Atatürk’ün Orta Asya’ya olan ilgisini gösteren pek çok örnek olduğu gibi bunlardan birisi 18 Ekim 1921’de Azerbaycan Şura Cumhuriyeti’nin Ankara’daki temsilciliğinin açılış töreni sırasında yapmış olduğu konuşmadır. Mustafa Kemal’in TBMM Başkanı sıfatı ile gerçekleştirdiği konuşmasında iki ülke arasındaki derin kardeşlik bağlarından bahsetmesi, yine bu bağlamda kullanmış olduğu “Coğrafi vaziyeti göz önüne getirilirse, filhakika Azerbaycan’ın Asya’daki kardeş hükümet ve milletler için bir temas ve telakki noktası olmasıdır” ifadeleri o günlerde bağımsızlıklarını yeni kazanmış olan Türkistan devletleri ile olan ilişkilerin devamlılığının sağlanması gerekliliğini ve Azerbaycan’ın bu anlamda önemli bir konumda bulunduğuna işaret etmektedir.

Mustafa Kemal’in Orta Asya ile ilgili düşünceleri söylemlerle kısıtlı kalmamış, Milli Mücadele’nin ilk günlerinden itibaren güvendiği isimlerden oluşturduğu heyetleri özel görevler ile Türkistan’daki devletlerle irtibat kurmaları için bölgeye göndermiştir.

Bu heyetlerden en dikkat çekici olanı ise 11 Ekim 1920’de, Moskova Büyükelçiliği’ne atanan Ali Fuat Cebesoy’un refakatine bizzat Mustafa Kemal’in teklifi ile Tevfik Rüştü Aras, Besim Atalay, Mehmet Fuat Carım ve Burdur mebusu Soysallıoğlu İsmail Suphi’den oluşan heyettir. Heyetin görünürdeki görevi Rusya’daki rejimi yerinde incelemektir. Ancak heyetin asıl görevinin başka olduğu Mustafa Kemal’in TBMM’de yapılan gizli bir oturumdaki konuşmasından da açıkça anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal’in ifadeleri şu şekildedir: Rusya’da ve Rusya ile temasta “namütenahi İslâm kütleleri” olduğundan bu “İslâm kütleleri içinde bizim ifa edebileceğimiz birtakım hususî, mahrem ve fevkalâde vazaifimiz vardır. Bittabi bu vazaifin mahiyeti ilân edilerek oraya memur, heyet gönderilemez. Sırf bu vazaifi mahsusayı ifa ettirebilmek, takip ettirebilmek, icabında izhar edilebilmek üzere sefaretin kadrosuna heyeti ilmiye namiyle bir heyet ilâve edilmiştir. Heyeti ilmiye denildiği zaman manasından istidlal edildiği gibi, orada yalnız tetkikatı ilmiye yapacak değildir. İfade ettiğim gibi vazaifi mahsusa ifa edecektir.

Bu bağlamda heyet içerisinde yer alan Burdur Mebusu İsmail Suphi ise bölgedeki göstermiş olduğu üstün başarı ile öne çıkmaktadır. 16 Mart 1921’de TBMM ile Sovyet Rusya arasında imzalanan Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması çerçevesinde Orta Asya’da esir tutulan Türklerin –ki bu isimler subay ağırlıklıdır- anayurtlarına dönebilecekleri lakin bunun isteğe bağlı olacağı ön görülmektedir. Bu bağlamda İsmail Suphi’nin özellikle de Buhara’da göstermiş olduğu çaba tarihin seyri açısından pek çok önemli sonuçları doğurmuştur. Öyle ki İsmail Suphi burada göstermiş olduğu gayretler ile çok sayıda Türk subayının bölgede kalmasını sağlamış, bu isimlere Moskova Büyükelçiliği kanalıyla maaşlarının ödenmesine ve özlük haklarının korunmasına olanak yaratmıştır.

İsmail Suphi’nin şüphesiz en önemli başarılarından birisi ise Türkistan Milli Birliği’nin kurulmasında üstlendiği roldür. Birlik kurma faaliyetlerinin yürütüldüğü dönemde vasat bulan anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulması adına İsmail Suphi devreye girmiş anlaşmazlıklara son vermiş ve nitekim 2 Ağustos 1921’de Türkistan Milli Birliği kurulmuştur. Ayrıca İsmail Suphi, Türkistan Milli Birliği’nin faaliyetlerin sistematik bir şekilde yürütülebilmesi için 7 ana başlık altında 72 maddelik bir nizamname hazırlamış, mücadelenin başarılı olabilmesi adına izlenmesi gereken yöntemlere dikkat çekmiştir.

Gösterilen bu gayret Türkistan Türkleri ile ilişkilerin kuvvetlendirilmesinin ehemmiyetini açıkça gösterirken, İsmail Suphi’nin Moskova’ya hareket etmeden önce TBMM’deki gizli bir oturumda Sovyet yönetimi altında yaşayan Türklerin büyük bir güç olduğunu ve gelecekte dünya siyasetinde etkilerinin artacağını dile getirmesi kurucu iradenin bu husustaki hassasiyetini bir kez daha ortaya koymaktadır.

O yıllarda kendi mücadelesi devam ederken, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesinin “Ne mutlu Türküm diyene” şiarıyla göstermiş olduğu gayretler, bugün “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak karşımıza çıkmaktadır.

İsmail Suphi’nin bahsetmiş olduğu “gelecek”, “Türk Asrı, Türk ve Türkiye Yüzyılı” olarak şekillenmiş ve artık Türk’ün gayreti dünyanın geleceğine yön verme iradesini göstermektedir.