Rahmetli Attila İlhan’ın bir kitabının adıydı: Hangi Batı!

Daha çok eleştirel bir eserdir.

Batıcılığı tenkit eder; çağdaşlaşmayı esas alır.

Ama galiba hangi Batı sorusunu Attila İlhan’dan yıllar önce, merhum Peyami Safa ortaya ortaya atar ve der ki," Türk devrimini bu ölü Batı kalıbına göre dökmek isteyenler ileri sandıkları inançların ne kadar geri olduğunu bilmiyorlar. Bunlar Batı rüyasından uyanıp kendi kendilerine sormak zorunda oldukları ilk soru, yanılmıyorsam şudur: Hangi Batı?"

Bu soru bugün de geçerlidir?

Hatta ben yıllar öncesinden başlayan bir sorgulama ile  Batı'nın Anglosakson ve kontinental Batı şeklinde ikiye ayrıldığını; Anglosakson Batı'nın Amerika ve İngiltere tarafından temsil edildiğini, kontinental Batı'nın ise Almanya ve Fransa tarafından temsil edildiğini iddia ederim.

Bu iki ayrı Batı özellikle İslam söz konusu olduğunda bir araya gelir ancak kendi aralarında açıkça ve derinlikli olarak mücadele ederler.

Birbirinden kültürel açıdan da farklı iki coğrafyadan ibarettirler. Hatta insana bakış açıları, ekonomiyi ele alış biçimleri, genetik kodlar gibi belirleyici hususlarla da ayrılırlar.

Grek felsefesi, Hristiyanlık inancı ve Roma devlet sistemi ile köklenen bu coğrafyada aslında daha karmaşık ve ulus devlet olgusunu pekiştiren gerçeklikler göz ardı edilir.

Batı dediğimiz olguyu üç millet biçimlendirir: Almanlar, İngilizler ve Fransızlar. Ancak bu üçlünün içinde Almanlar ve İngilizlerin baskın karakteri adeta bütün coğrafyayı şekillendirmiştir.

Derin konudur ve mutlaka üzerinde düşünülmelidir.

Şurası bir gerçektir Batı'yı milletler teşkil eder. İstedikleri kadar Avrupa Birliği, ulus ötesi yasalar, kurumlar  oluşturulsun hakim milletler sonuca gidiyor, milletlerarası politikaları belirliyor.

İttifaklar, hakim milletlerin koçbaşı yahut anahtarı konumunu temsil ediyor. Avrupa Birliği daha çok Almanya ve Fransa’nın manivelası gibi. İngiltere’nin birlikten ayrılmasına en çok bu ikili itiraz etti. Fransa köpürürken, Almanya kulağı üstüne yattı. Yıllar önce Fransa’nın tarihi siyasetçilerinden Şarl Degol, İngiltere’nin Avrupa Birliği’ne alınmasına itiraz etmiş, İngiliz kültürünün farklılığını öne sürmüştü. De gol haklıydı. Nitekim o aşı tutmadı. İngiltere, birlik içinde emanet durdu, para birimini değiştirmedi, bütün uluslararası politikalarda Amerika’nın gölgesinde hareket etti. Bu Anglosakson karakterinin dışa vurumuydu.

Şimdi Batı bütün bu çelişkili konumuyla birlikte varlığını sürdürüyor. Çünkü ekonomik anlamda gücünü muhafaza ediyor. Dahası Batı'nın gücünün arkasında Peyami Safa’nın yıllar önce belirttiği az gelişmiş ülkelerin hayranlığı marazi boyuta taşımış aydınları var.

O aydınlar hala etkili.

Kimisi kontinental Batı hayranı kimi de Anglosakson Batı'nın hayranı.

Bu hayranlık, milli değerlere karşıtlıktan besleniyor.

Bu hayranlıkta Türklüğün tarihsel varlığına duyarsız kalmanın, değerlere uzak kalışın tesiri çok büyük.

Rahmetli Atatürk’ün, çözümü kendi içimizden çıkaracağız, sözü tabiki çok anlamlı. Ancak bu hayran gönüllülerin kendilerine tarihin en büyük Türk milliyetçilerinden biri olan Atatürk’ü siper etmesi de talihsizliktir.

Atatürk’ün milliyetçilik konusundaki hassasiyeti, devletin bekası noktasındaki hassasiyetiyle belirgindir.

Atatürk’ü tanımak ve anlamak bugün daha fazla önem taşımaktadır.