Bugün Cuma.

Mescid-i Aksa’da ibadet etmek isteyen Filistinlileri yine gaz bombaları, plastik mermiler ve üzerine sürülecek atlar bekliyor…

Sivil, savunmasız ve daha yürümeye bile başlamamış bebeklerin katili kana susamışçasına saldırıyor. Müslüman olan her yeri imha edilecek hedef olarak görüyor.

Hastaneleri yerle bir ettikten sonra ilaç geçişine izin verdiklerini söylüyorlar. Camileri hedef aldıktan sonra namaz kılabilirsiniz diyorlar. Önce öldürüp sonra insani yardımlara izin veriyorlar.

İsrail bugüne kadar yaptığı katliamları; kendilerinin belirlediği ölçüde, kendilerinin belirlediği insanlara yine kendilerinin çizdiği güzergâh üzerinden kendileri dışındaki devletler tarafından sağlanan temel insani yardımların geçişine 14 gün sonra izin vererek örtebileceğini zannediyor. Katledilen yüzlerce bebek ve çocuğu birkaç gıda kolisinin geçişine izin vererek unutturacağını düşünüyor.

Gazze halkının can güvenliği için sığındığı hastane, cami ve okulları hedef alan İsrail yakın tarihin en büyük katliamını gerçekleştiriyor. ABD’nin destek ve himaye ederek ortak olduğu bu katliama Avrupa ülkeleri de seyirci kalıyor. Terör örgütü PKK/PYD/YPG’nin eylemlerine bando ve mızıkalı destek veren bu ülkeler, Filistin’e destek için yapılan protestolara izin vermiyor, şiddet kullanarak göstericileri dağıtıyor.

Gazze’de 500’den fazla insanın hayatını kaybettiği hastane saldırısının üzerinden 24 saat geçmeden bu sefer de Kudüs Hastanesinin çevresi bombalanıyor. Buraların hedef alınmasındaki amacın etnik temizlik yani soykırım olduğu açıkça görülüyor. Bu sebepten dolayı “ateşkes” İsrail tarafından reddediliyor. BM Genel Kurulunda da ateşkesi veto eden tek ülke tabii ki İsrail’in hamisi ABD oluyor.

Kendisinin ürettiği, özenle ambalajlayarak İsrail’e gönderdiği, Gazze’deki hastanenin bombalanmasında kullanılan MK-84 füzelerini üreten ABD…

“Hastaneyi İsrail vurmadı” yalanına sarılan ABD…

7 Ekim’den itibaren İsrail’e koşulsuz destek veren ABD…

Gönderdiği savaş gemileriyle Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren ABD…

Batının barbarlığını, ABD’nin Müslüman kanından beslendiğini, Türk-İslam coğrafyasının tıpkı Gazze gibi ablukaya alınmak istendiğini, güçlünün “adalet” diyerek ölüm ihraç ettiğini ve İsrail’in katliamlarını yıllardır yazıp çizen bir milletiz. Bunları anlatmaktan, kınamaktan dilinde tüy biten bir millet… Bunun bir çözüm getirmediğini de sonuçlarıyla gören bir millet.

Bugün yine insanlığın sustuğu, katliamların meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir dönemin içinden geçiyoruz. Ne BM ne NATO ne Uluslararası İnsan Hakları ne de diğer uluslararası örgütler adil bir dünya için elini taşın altına koymuyor.

O halde bu meselenin tek çözüm noktası kalıyor… Kendi göbeğimizi kendimiz kesmek!

Bölge ülkelerinin devlet başkanlarının ABD Başkanı Biden ile görüşmelerini iptal etmesi yetmiyor. İsrail’e “dur” demek yetmiyor. Sosyal medyadan tepki göstermek yetmiyor. İsrail elçilikleri önünde eylem yapmak yetmiyor.

Aynı yöntemleri kullanarak sorun çözülmüyorsa, daha etkili ve caydırıcı yöntemleri tercih etmek gerekiyor. Bu yöntemin adı “savaş” olmak zorunda değil. Ancak akla gelebilecek tüm ambargolar gündeme getirilmelidir. İsrail Gazze’yi ablukaya alıyorsa, bölge ülkeleri de İsrail’i hem karadan hem de denizden ablukaya almayı gözden geçirmelidir.

Yaklaşık 700 milyona sahip bölge ülkelerinin 7 milyonluk İsrail’e karşı atacağı ortak adımlar İsrail’in nefesini kesmeye yetebilir.  Bu tavır artık bölgede akan kanı durdurmak için gösterilmelidir. İslam dünyası bir an olsun birbiriyle çatışmayı bırakıp gür bir sesle karşılık vermelidir. Türkiye’nin Garantörü olduğu bir barış zoraki de olsa sağlanmalıdır.

Aksi halde Mescid-i Aksa’da Cuma namazı kılacak Filistinli kalmayabilir.