Düğünlerimiz: Gelenekten Yapaylığa
Dünyada sıcak gündem bitmiyor, Türkiye’de de öyle. Ancak bütün bu yoğun gündem içinde, kültürel değerlerimizin hızla erozyona uğradığını görmezden gelemeyiz. Ve bu erozyonun en belirgin yaşandığı alanlardan biri, hiç kuşkusuz düğünlerimiz.
Yaz geldi, düğün sezonu açıldı. Neredeyse her hafta bir düğüne gidiyoruz. Ama gördüğümüz manzara, eskiden olduğu gibi içimizi ısıtmıyor. Gelenekten kopmuş, ruhunu yitirmiş törenler…
Eskiden ailelerin, akrabaların ve komşuların gönüllü elbirliğiyle hazırladığı düğünler; bugün, salon sahiplerinin ticari paketlerine sıkışmış, yemek kültüründen uzak lezzetlere ya da kuru bir kurabiye ile bir bardak koladan ibaret gürültülü bir gösteriye dönüştü. Üstelik aile bütçesini zorlayan masraflar da eklenince, geriye yalnızca yorgunluk kalıyor.
Unutulan büyükler, ilgisiz gençler
Üzücü olan başka bir manzara da düğünlerdeki insan tablosu… Gençler artık düğünlere eskisi gibi ilgi göstermiyor. Nikâh merasimlerinde aile büyüklerinin şahitlik yapması, bir saygı ve vefa göstergesiydi. Şimdi bu onur, çoğu zaman arkadaşlara ya da neredeyse tanımadığımız isimlere veriliyor. Oysa nikâh şahitliği, sadece bir imza değil; bir ömürlük yolculuğun manevi şahidi olmaktır.
Bayrak asma
Türk toplumunda aile daima kutsal görülmüştür. Yeni bir yuva kurulduğunda kapıya bayrak asılır; bu, devletin en küçük yapı taşının varlık ilanıdır. Aile, küçük devlettir. Güçlü devletler, güçlü ailelerden doğar. Şimdi manzara düşündürücü…
Hatıralardan hesap defterine
Eskiden takı, yardımlaşma içindi; takı listesi ise yalnızca hatırlamak için tutulurdu. Şimdi ise düğünün ana gündemine dönüştü. Altınlar, paralar, hediyeler… “Kim ne taktı?”, “Taktığımız geri geldi mi?” hesapları… Sanki o an, mutluluğun değil; maddi bir alışveriş yarışının sahnesi oluyor.
Elbirliğinden bireyselliğe
Bir zamanlar düğün, akrabaları, komşuları, köyü, mahalleyi birleştirirdi. Sofralara herkes elinden geleni koyar, davul-zurnayla yediden yetmişe halaya durulurdu. Yapaylık arttıkça samimiyet azalıyor. Bugün ise kadim Türk yemeklerinden, davul-zurnadan, kendi Türk müziklerimizden uzaklaşıp; Pers ve Arap kurabiyesi, Amerikan kolası ve Batı tarzı kulak tırmalayan gürültüye hapsolduk…
Gelenek ve modern bir arada olabilir
Düğünlerimizi yozlaştıran şey, şehir hayatı değil; şehirde yaşamayı seçtiğimiz biçim. Oysa gelenekle moderni harmanlamak mümkün. Halayla dans, pilavla pasta, dua ile türkü aynı düğünde buluşabilir. Bunun için, düğünün en güzel hâliyle; gençlerin coşkusunun, büyüklerin duasının, sofradaki bereketin ve birlikte gülmenin günü olduğu unutulmamalı. Kaybettiğimiz şey, aslında bizi biz yapan değerlerimiz, o birlik ve beraberlik duygusu…
Türk-İslâm kültürüne uygun düğün
O gün, sadece gelin ve damadın değil; bütün sevdiklerinin gönlünün şenlendiği bir gün olsun. Dua ve muhabbetle dolsun.
Düğünün merkezinde nikâh olsun. Önce şahitler, aile büyükleri olsun; hayat tecrübeleriyle, nasihatleriyle herkese güç versinler. Nikâh memuru gerekli cümleleri okusun, ardından bir hoca dua etsin. O “Âmin” sesleri, salonun duvarlarında yankılansın.
İkramlarda bereket olsun. Kurabiye ve kolaya mahkûm etmek yerine, Türk mutfağının geleneksel tatları ikram edilsin: Mis gibi pilav, ev yapımı tatlılar, şerbetler… Misafirler, sofradan “Allah bereket versin” diyerek kalksın.
Eğlence ölçülü ama coşkulu olsun. Davul-zurna, halay, horon… Yediden yetmişe herkesin kalkıp oynayabileceği, kimsenin kenarda sıkılmayacağı bir neşe olsun. Kur’an tilaveti, mehter marşı, türkülerimiz de olsun.
Takı töreninde kim ne takarsa, gönlünden geldiği gibi taksın. Ne yarış olsun, ne liste… Kimse “Acaba az mı taktım? Taktığım geri döner mi?” diye düşünmesin. O altınlar, o paralar; yeni yuvanın bereketi için olsun.
Ve en önemlisi… Gösterişli salon ışıklarının, ithal menülerin, sosyal medyaya poz verme telaşının olmadığı bir düğün… Yerine samimi bakışlar, dostça gülüşler, içten dualar… Çünkü düğün dediğin, iki kalbin birleştiği günde, bütün gönüllerin de bir olmasıdır.
İşte ben böyle bir düğün hayal ediyorum: Türk-İslâm kültürünün kokusunu taşıyan, geçmişten geleceğe köprü kuran, hem gözümüzü hem gönlümüzü şenlendiren bir gün… Ve inanıyorum ki bu mümkün.
Kültür ve Turizm Bakanlığı neden öncü olmasın?
Toplumun ortak hafızasındaki bu değer kaybına karşı neden bir model önerisi ortaya konmasın? Kültür ve Turizm Bakanlığı, tıpkı “Somut Olmayan Kültürel Miras” listelerinde olduğu gibi, “Geleneksel Türk-İslâm Düğün Modeli” rehberi hazırlayarak bu yozlaşmaya yön verebilir. Bakanlık rehberini kitapçık, kısa film ve sosyal medya kampanyalarıyla tanıtabilir. Belediyeler ve köy dernekleriyle iş birliği yapılarak “model düğün” etkinlikleri düzenlenebilir. Çünkü düğün, sadece iki kalbin birleşmesi değil; bir milletin kültür mirasının da yaşadığı gündür.