Bolluk içinde yoksulluk krizi
Bugün, takvimler 17 Ekim’i gösteriyor olabilir ama 16 Ekim Dünya Gıda Günü’nü gösteriyordu. Bence bu bir “kutlama”dan çok, derin bir vicdan muhasebesi günü olmalı. Zira bir yanda doyulamayan sofralar, diğer yanda heba edilen milyonlarca ton gıda... Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) 2025 teması “daha iyi gıdalar ve daha iyi bir gelecek için el ele” bu çelişkiyi çözmek için bize bir yol haritası sunuyor: Üretim, beslenme, çevre ve toplum bir bütün olarak ele alınmalı.
Peki, bu tema Türkiye için ne ifade ediyor? Ne yazık ki, acı gerçeklerle dolu bir yüzleşmeyi.
Ülkemizin gıda sistemi, dışarıdan kusursuz görünse de içerisinde derin kırılganlıklar barındırıyor. Bu kırılganlıkların en çarpıcısı ise israf ve eşitsizlik dengesi.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından hazırlanan 2024 Gıda İsrafı Endeksi Raporuna göre, dünya genelinde her yıl 1,5 milyar ton gıda israf edilmektedir. UNEP, 2025 Küresel Görünümlü Raporuna göre, 2024 yılında 74 ülkede 343 milyon kişinin akut gıda güvensizliği yaşadığı ifade edilmiştir.
2025 itibarıyla ülkemizde yıllık 23 milyon ton gıda israfı yapıyoruz. Bu, kişi başına yaklaşık 102 kilogram gıdanın çöpe gitmesi demek. İsrafın yaklaşık yüzde 55’i tüketici aşamasında, yüzde 25’i perakende zincirinde, yüzde 20’si de tarladan itibaren üretim sürecinde gerçekleşiyor. Her bir lokmanın arkasında sadece çiftçinin emeği değil, aynı zamanda heba olan su, enerji ve alın teri var. Dünyada 673 milyon insan açlıkla mücadele ederken, bizim de dahil olduğumuz bu israf tablosu, sorunun yalnızca üretim değil, aynı zamanda bir adalet krizi olduğunu kanıtlıyor.
Gıda güvencemiz, hızla tükenen doğal kaynaklara dayanıyor. Ülkemizde kişi başına düşen su miktarı yaklaşık 1.302 metreküp civarında. (1.000-1.700 metreküp Su stresi yaşayan ülke) Bu rakam, bizi “su stresi çeken ülkeler” eşiğine getiriyor. Ülkemiz tarımını etkileyen en önemli meteorolojik faktörler; yağış̧, sıcaklık, rüzgâr, nem, zirai don, güneşlenme süresi ve şiddeti, tarımsal üretimi etkileyen faktörler toprak, tohum, insan ve iklim su verimliliği teknolojilerini artık bir lüks değil, ulusal bir zorunluluk haline getiriyor.
2025’te ülkemizde gıda enflasyonu, dünya ortalaması olan yüzde 7,6’nın çok üzerinde, yüzde 36,09 seviyelerinde seyrediyor. Bu durum, gıdaya erişimi ekonomik olarak en zor ülkelerden biri olduğumuz anlamına geliyor.
Et, süt, yumurta fiyatları artarken, sofralarımız ucuz karbonhidratlarla doluyor. Bu da “karnı tok ama besinsiz” anlamına gelen gizli açlık gerçeğini ortaya çıkarıyor. Gerçek gıda güvenliği, ancak ve ancak herkesin tabağında bir dilim eşitlik olduğunda sağlanabilir. Gıda, artık sadece üretimle değil, adaletle ölçülmeli.
GÖRÜNMEYEN EMEĞİN RENGİ
15 Ekim Dünya Kadın Çiftçiler Günü, bize gıda sistemindeki bir başka büyük adaletsizliği hatırlatıyor: Kadın emeği.
Toprağa dokunan ellerin, bereketi de umudu da çoğalttığı bir ülkenin çocuklarıyız biz. Türkiye’de tarımda çalışan nüfusun neredeyse yarısı kadınlardan oluşuyor. Ancak bu kadınların büyük çoğunluğu, sosyal güvenceden yoksun, kayıt dışı bir emeğin temsilcisi.
Sabah tarlada çapa yapan, akşam evde yemek yapan, ailesine kol kanat geren bu kadın, resmi kayıtlarda çoğu zaman “çalışmıyor” görünüyor. Oysa o kadın hem üretici hem anne hem girişimci.
FAO verilerine göre, kadın üreticiler erkeklerle eşit koşullarda çalıştığında tarımsal verim yüzde 20 ile yüzde 30 oranlarında artıyor, açlıkla mücadele eden insan sayısı ise yüzde12 ile yüzde 17 azalıyor. Bu, sürdürülebilir tarımın yalnızca “doğayla barışık” değil, aynı zamanda “kadın emeğiyle adil” olmak zorunda olduğunu gösteriyor.
Kadın kooperatifleri, yerel ürünü katma değere dönüştüren kadın girişimciler, bu umudu yeşertiyor. IPARD III dönemi gibi özel hibe destekleri kıymetli, ancak yeterli değil. Kırsalda kadının sadece üretici olarak değil, aynı zamanda karar verici olarak da (kooperatif yönetimlerinde, sulama kooperatiflerinde) yer alması gerekiyor. Çünkü kadın varsa, orada şeffaflık, paylaşım ve dayanışma da vardır.
Son söz: FAO’nun “El Ele” teması boşuna değil. Bu el, çiftçinin nasırlı eliyle tüketicinin duyarlı eli, üreticinin emeğiyle kadının hakkı birleştiğinde anlam kazanır. Bir tabak yemeğin hikâyesi, dünyanın hikâyesidir.
16 Ekim Dünya Gıda Günü’nde ve hemen öncesindeki 15 Ekim Dünya Kadın Çiftçiler Günü'nde şunu unutmayalım: Gıda bir lüks değil, bir yaşam hakkıdır. Bu hakkı korumak; toprağı, suyu, tohumu ve o tohuma can veren emeği korumaktan geçer.
O yüzden diyoruz ki: “Kadın varsa üretim var, üretim varsa yaşam var. Ve yaşam, ancak adil olursa bereketlidir.”
Peki bizler, soframızdaki bir lokmayı çöpe atmadan önce, ardındaki bu uzun hikâyeyi ve görünmez emeği bir kez daha düşünecek miyiz?
Kalın sağlıcakla…