Çalışan anneler ve ofiste büyüyen çocuklar

YAYINLAMA:
Çalışan anneler ve ofiste büyüyen çocuklar

Milli Eğitim Bakanlığına (MEB) bağlı okullarda yaklaşık 18 milyon öğrenci için 2025–2026 eğitim öğretim yılının ilk ara tatili başladı.

Bir hafta sürecek bu mola, çocuklar için dinlenme, oyun ve aileleriyle vakit geçirme zamanı olmalıydı. Ancak gerçekte her çocuğun tatili eşit başlamıyor.
Kimi çocuk sabah kahvaltısını annesiyle yapıp güne neşeyle başlıyor; kimi ise o gün okula değil, annesinin çantasını tutup ofis yollarına düşüyor.

Ofisin bir köşesinde küçük bir sandalye, üzerinde oyuncak yerine bir tablet.
Bir yanda bilgisayar tıkırtısı, diğer yanda çocuğun sessiz oyunları.
Saatler geçer, çocuk “Anne, ne zaman eve gideceğiz?” diye sorar.
İşleri yetiştirmeye çalışan annesi “Çocuğum uslu dur, gideceğiz” diye cevap verir. 
Oysa ikisi de bilir: Bu bir tatil değil, bir mecburiyetin sessizliğidir.

Bu sahne, maalesef Türkiye’nin binlerce işyerinde yaşanıyor.
Çalışan anneler için ara tatil, çoğu zaman huzurlu bir mola değil; çocuğuna vakit ayıramamanın vicdan yüküdür.
Bir yanda işin sorumluluğu, diğer yanda gözlerinin içine bakıp “İşe gitmesen olmaz mı anne?” diyen bir evlat.
Anneler iki dünyayı birden idare etmeye çalışır, ama çoğu zaman biri eksik kalır.

İşyeri, çocuk için oyun alanı değildir.
Ama birçok çocuk, ara tatil boyunca ofis masalarının gölgesinde, bilgisayar ekranlarının ışığında vakit geçiriyor.
Sessiz olması öğütleniyor, gülüşleri kısılıyor, “uslu durması” bekleniyor.
Oysa çocukluk sessizlikle değil; sesle, hareketle, merakla güzeldir.

Bir annenin “Çocuğumla vakit geçiriyorum.” diye düşündüğü anlar, çoğu zaman “Çocuğum yanımda ama meşgulüm.” gerçeğine dönüşüyor.
Çocuk farkında olmadan büyüyor ancak erken olgunlaşıyor.
Çünkü oyun çağında hayatın ciddiyetine tanık oluyor.
Ve o çocuk, çocukluğunu yavaşça bırakıyor.

Annesinin yüzündeki yorgunluğu, iş yerindeki telaşı, yetişme kaygısını görüyor.
Ve belki o an, içinden “Büyüyünce çalışmak istemiyorum.” diyor.

Oysa anneler kahramandır: Hem çalışır, hem anne olur.
Çocuğunu yanında tutmak istemesi sevgisindendir ama sistem, ona “Başka seçeneğin yok.” der gibi...

Ofiste uyuklayan bir çocuğun başı annesinin dizine düşer.
Anne, bir elinde dosya tutar, diğer eliyle çocuğun saçını okşar.
İşte o an, bütün yorgunluklar ve bütün sistem aksaklıkları tek bir duyguda birleşir: Anne şefkati.

Ofiste ekranlar, çocuklar için artık “dijital bakıcı”ya, “dijital susturucu”ya dönüşmüştür.
Tabletin ışığı, annenin şefkatini taklit eder ama yerini dolduramaz.
Oysa tatil, ödevsiz bir öğrenme fırsatıdır.

Ancak ofisteki çocuk oyun oynayamaz, gezemez; sadece zaman geçirir ve yalnızlaşır.

Anneler, çocuklarının geleceği için çalışıyorlar ama kamusal sistemin sunduğu seçenekler o kadar kısıtlı ki, kadın hem iş hayatında var olmak hem de anne kalabilmek için kendinden fedakarlık ediyor.

Bir annenin çocuğunu işyerine götürmesi bir tercih değil, bir zorunluluk.
Bu yüzden, kadınların emeğini sadece “iş gücü” olarak değil, “nesil yetiştirme gücü” olarak görmek gerekiyor.

Ara tatil sadece öğrencilerin değil, ailelerin özellikle çalışan annelerin de nefes alması için planlanmalı.
Eğitim takvimi iş dünyasıyla uyumlu hale getirilmeli; sistem ve kurumlar, ailelere destek mekanizmaları sunmalıdır.
Çünkü bir çocuk ara tatilde, annesinin masasının yanında değil; arkadaşlarıyla evde, parkta, doğada olmalı.

Ara tatil bir haftadır ama çocuk için bir ömürlük iz bırakabilir.
Aslında ara tatil haftası boyunca evde kendini değerli hisseden çocuk, okula sevgiyle koşar, ileride hayata güvenle bakar.
Ama iş yerinde yalnızlıkla, ilgisizlikle, “sessiz ol” uyarısıyla geçen bir hafta, çocuğun iç dünyasında bir eksiklik bırakır.

Türk Yüzyılı” olarak ülküleştirdiğimiz Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken devletimizin 2025’i “Aile Yılı” ilan etmesi elbette tesadüf değildir. Çünkü bugün, Türk milletinin en büyük serveti olan aile sıcaklığı ve bir arada olma duygusu, hiç olmadığı kadar korunmaya muhtaçtır.

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...