Uzlaşılmış kitlesel yalanlar
Türkiye bugün yalnızca meydanlarda değil; evlerimizin sıcaklığında, sofralarımızın başında, iş yerlerinin telaşında, sokakların karmaşasında, çarşının-pazarın hengamesinde, ekranların soğuk ışığında ve sanal dünyanın parlak yüzünde siyasetin nabzını duyuyor. Kim ne derse desin, bu millet siyaseti artık yalnızca sandıkta değil; hayatın her noktasında, her nefes aralığında hissediyor. Çünkü siyaset, bir yandan toplumu bir arada tutan harç, öte yandan kirli eller tarafından dokunulduğunda onu çatlatan en sert darbedir.
İşte tam da bu yüzden, son yıllarda karşımıza çıkan en tehlikeli gerçekle karşı karşıyayız: Uzlaşılmış kitlesel yalanlar.Herkesin bildiği, kimsenin itiraf etmediği, toplumun üzerine çöken zehirli bir sis.
Bugün aynı olaya bakan dört kişinin dört farklı hükme varmasının sebebi bellidir: Hakikat geri çekilmiş, duygular ve sloganlar sahnenin tamamını işgal etmiştir.
Devletin nasıl yönetileceğine dair kararların alındığı bir zemin olması gereken siyaset; artık ne yazık ki yolsuzluğun, makam, eş-dost kayırmacılığının, hırsın, çıkarın ve körleşmiş ihtirasların kirli batağına saplanmış bir varoluş kavgasının aracına dönüşmüş durumda. Oysa böyle bir düzenin hüküm sürdüğü yerde ortak gerçeklik parçalanır; milletin iç bağları sessizce değil, adeta içeriden çürüyerek bir bir kopmaya başlar.
Oysa Türk milleti tarih boyunca gerçeği eğip bükerek değil; doğrunun üzerine yürüyerek var olmuştur. Bu millet ne yalanla büyümüştür ne de yalanla ayakta kalmıştır.
Bugün bazıları toplumsal huzuru, hep birlikte gözümüzü kapatmakta buluyor. Bazıları, menfaatin sıcak gölgesine sığınıp hakikati görmezden geliyor. En tehlikelisi ise şudur: Bu yalanlar zamanla kültürün parçasına dönüşüyor.Artık kimse sorgulamıyor; çünkü sorgulayan yalnız kalıyor.
Bu yalanların en ibretlik besleyicileri ise şunlardır: Yolsuzluğu hakikat diye yutturmaya çalışanlar… Adam kayırmacılığını dava diye süsleyen yüzsüzler… Menfaat uğruna partiden partiye savrulan omurgasızlar… Dün savunduğunu bugün sanki hiç ağzından çıkmamış gibi inkar eden tutarsızlar… Mensubu olduğu partiden ayrılıp dün omuz omuza yürüdüğü insanlara saldırmayı siyaset sanacak kadar küçülen, koltuk gölgesine sığınmış zavallı iddia sahipleri…
Kendi hesaplarını milletin hesabıymış gibi sunan bu kişiler, hakikatin değil; uzlaşılmış kitlesel yalanların sahnedeki ucuz figüranlarıdır. Rüzgar nereye eserse oraya savrulurlar. Dün ettikleri yemin, bugün bir cümle etmez. Çünkü sadakatleri hakikate değil; güçten arta kalan kırıntılara bağlıdır.
Bu kirli düzenin en ağır faturası ise çocuklarımıza yansıyor. Çünkü uydurma doğrular masallara sızıyor, "herkes böyle yapıyor" rahatlığı doğruluğun önüne geçiyor. Sadakat, ahlakın yerine; tekrar, vicdanın yerine geçiyor. Sorgulamak ayıp, susmak erdem sayılıyor.
Ama biz ülkücüler biliriz ki: Hakikate dayanmayan bağlılık, sadakat değil; esarettir.
Aksi eylem ve söylemler milleti diri tutmaz; aksine uyuşturur, düşünemez hale getirir. Çünkü yalan büyüdükçe hesap verme kültürü küçülür; sorumluluk ortadan kaybolur.
Sanal medya bu sisin en hızlı taşıyıcısı haline gelmiş durumda. Birkaç saat içinde doğruluğu tartışmalı bir bilgi, milyonlarca kişinin diline dolaşabiliyor. İnsanlar “doğru olduğu için” değil, “işlerine geldiği için” inanmayı tercih ediyor. İşte bu zehir, milletin geleceğine yavaş yavaş sızıyor.
Şu hakikati unutmayalım: Doğru bazen acıdır, üşütür, yalnız bırakır. Ancak yalan ise, milleti içten içe çürüten ince bir zehirdir.
Siyaset kendi yalanlarıyla yüzleşemiyorsa, kendi yarasını da saramaz.Hakikatin olmadığı yerde kültür olmaz. Ahlak olmaz. Liyakat olmaz. İstikrar olmaz. Medeniyet hiç olmaz.
Geride sadece günü kurtaran ama geleceği yakan bir kolaycılık kalır.
Türk milleti ise kolaycılıkla değil; zorluğa meydan okuyarak büyümüştür.Dava adamlığı hakikatin yükünü sırtlamak içindir. Dün eğilenin bugün büküleni olmak değil, doğruya sadakati sürdürmektir.
Şimdi kendimize şu soruyu sormadan bir adım ileri gidemeyiz: Hangi yalanı sürdürüyoruz ve neden?
Fırtınaların koptuğu, sözün eridiği, duruşun değer kazandığı zamanlarda millete arkasını dönmeyen; yılların yükünü bilgelikle taşıyan, ülküsüne ve ülkesine sadakatiyle Türk milletine yön değil, yol gösteren, varlığı ile bu millet için her zaman bir pusula olan Bilge Lider Devlet Bahçeli’nin ifade ettikleri gibi “Siyaset bir akıl işidir, devlet yönetimi ise bundan mülhem akıl, adalet ve ahlak üzerine bina edilmelidir.”Milletin vicdanı yalanı değil, hakkaniyeti esas alır.
Biz ülkücüler biliriz ki millet, uzlaşılmış kitlesel yalanlarla oyalanabilir; ancakyalnızca uzlaşılmış kitlesel gerçekle yükselir.