Mesele ideolojik değil, ahlaksızlık!
Son zamanlarda “sağcılık–solculuk” tartışması üzerinden kimi kişiler gündeme gelmeye ya da işledikleri suçları örtbas etmeye çalışıyor. Aslında sağcılık–solculuk diye bir kavramın, bir ideolojinin neredeyse kalmadığı bir dönemi yaşıyoruz. Hele hele CHP’nin büyükşehir belediye başkanlarının çoğunun geçmişte sağ siyasi gelenekten gelmesi dikkat çekicidir. Nitekim Mansur Yavaş bile MHP’den CHP’ye geçtiğinde, “Bugün 40 yıllık geçmişimi geride bırakarak CHP adayı olmamla, geride kalan bütün tartışmalar bitecektir.” demişti.
Sağcı partilerden sola, sol partilerden sağa geçişlerin son derece yoğun olduğu bu dönemde, gazeteci Enver Aysever’in çıkıp şu ayrıştırıcı ve yaftalayıcı dili kullanması oldukça dikkat çekicidir:
“Cumhuriyetin ahlakını bozan, ilk başta Menderes’ten bu tarafa gelen bütün sağcılardır. Sağcılık suçtur. Sağcı olduğunuz zaman ahlaksız olursunuz ya da ahlakınız ahlaksızlık olur. O yüzden gelin, sağcılarla mücadeleye siz de katılın. Sağcılığın herhangi bir kriteri yoktur. Vicdanı yoktur. Din tacirliği yapar. Milliyetçilik tacirliği yapar. Bir vicdanlı insan gördüğünüz zaman, dindar bile olsa o solcudur biliyor musunuz? O solcudur. Vicdanı olan insan solcudur. Hayvana kıyamaz, ağaca kıyamaz, insana kıyamaz, dünyaya kıyamaz. Hayata oradan bakar. Solcu olmak… Solcu olmak insan olmanın birinci koşuludur. Bunu hiç unutmayın. İster dindar olun, ister millî şey olun; yani kendinizi milliyetçi zannedin… Hayır. Solcu olduğunuz zaman ancak paraya pula itimat etmezsiniz.”
Bu sözler, bir laf yığını olmaktan öteye geçmemekte; gerçeği saptırma ve gizleme çabasını, “olanı olmadı, olmayanı oldu” şeklinde gösterme eğilimini yansıtmaktadır. Ayrıca kör bir idraki ve saplantılı bir düşünce hâlini de açıkça ortaya koymaktadır.
“Vicdanı olan insan solcudur. Hayvana kıyamaz, ağaca kıyamaz, insana kıyamaz, dünyaya kıyamaz. Hayata oradan bakar.” diyen bir adamın yeri asla cezaevi değil, akıl hastanesi olmalıdır. Yanlış anlaşılmasın; cezaevinde olmasını desteklemekten ziyade, burada psikolojik hâlini yorumlamaya çalışıyorum.
Solcuların sembol önder edindiği Lenin’in, Stalin’in ve Mao’nun milyonlarca insanın ölümünden sorumlu olduğu tarihin kanlı sayfalarında açıkça ortadayken; Türkiye’de PKK, DHKP-C, TİKKO, MLKP gibi sol terör örgütleri on binlerce insanın ölümünden sorumlu iken ve yasalar çerçevesinde kurulmuş kimi sol partilerde bunlara açık ya da örtük biçimde sahip çıkılırken, Enver Aysever’in melankolik solcu ayakları ister istemez trajikomik bir hâl almaktadır.
On binlerce masum insanı öldüren, illerde ve ilçelerde büyük ormanları ve tarlaları yakan, çiftlikleri kundaklayarak hayvanların yanarak ölmesine sebep olan bu sol terör örgütleri ortadayken, hangi vicdandan bahsedilmektedir? Örneğin sol terör örgütü PKK ve benzeri yapılar tüm bunları gerçekleştirirken, CHP başta olmak üzere kimi sol partilerin bunların siyasi uzantılarıyla ittifak ve iş birliği içinde olması da hafızalardadır.
Sol terör örgütü PKK, Kandil’deki Murat Karayılan’ın, “2-3 genç bir araya gelerek eylem yapabilir. ‘Silahımız yoktur’ diyebilirler. Silahları çakmak ve kibrittir. Onlar da çakmak ve kibritle mücadele edebilir.” şeklindeki talimatıyla ormanları yakarken ve bu eylemler “Ateşin Çocukları olarak biz yaktık” denilerek açıkça sahiplenilirken, CHP’nin hem bu sahiplenmelere sessiz kalması hem de siyasi hedef birlikteliğini sürdürmesi dikkat çekici bir çelişki olarak ortada durmaktadır. Bugün “Terörsüz Türkiye” projesi hayata geçerse, terör eliyle dört ülkede insanlar hayatını kaybetmeyecek, hayvanlar ölmeyecek, ormanlar yanmayacaktır. Enver Aysever belki buradan bir vicdan mantığı yakalayabilir.
Enver Aysever örneğinde olduğu gibi, Ekrem İmamoğlu’nun babası Hasan İmamoğlu’nun şu sözleri de aynı zihinsel savrulmanın dikkat çekici bir başka örneğidir: “Ömür boyu hep uğraştım; çalıştım. Ülkemize komünizm gelmesin diye mücadele de ettim. Komünizm gelmesin diye mücadele ettiğim için çok pişmanım.” Ardından, “İnsanların malına mülküne komünist rejimlerle el konulduğu söylenirdi.” ifadelerini kullanması ise, yaşanmış tarihsel gerçekleri perdelemeye dönük bir suç bastırma yöntemi olarak değerlendirilebilir.
Hasan İmamoğlu’nun 1980 öncesinde Ülkücü Hareket içinde yer aldığı, fotoğraflara yansımış bir gerçektir. Ancak 1980 sonrasında menfaat neredeyse, hem kendisi hem de oğlu Ekrem İmamoğlu oraya yönelmiştir. ANAP’la başlayan süreç, AK Parti’ye bağış yapacak kadar yakın durmaya, ardından da soluğu CHP’de almaya kadar uzanmıştır. Nerelere savrulduğunu açıkça söylemek yerine, geçmiş üzerinden günü kurtarmaya çalışmaktadır.
Ömür boyu “komünizm gelmesin” diye mücadele edip, ardından yolsuzluk ve rüşvet suçlarına bulaşmak için komünistlerin arasına mı gittiniz, Hasan Bey? Kaldı ki rüşvet ve yolsuzluk, her dinde günah olduğu gibi, mücadele ettiğinizi söylediğiniz “Din halkın afyonudur” felsefesini benimseyen komünist rejimlerde bile “halk malına ihanet” sayılmış; bu suçlara ağır cezalar, hatta kimi dönemlerde ölüm cezası dahi verilmiştir.
Hasan Bey, madem komünizme karşı verdiğiniz mücadele konusunda pişmanlık emareleri gösteriyorsunuz, o hâlde komünün ortak yaşam ve paylaşım anlayışından yola çıkarak, gerçek değeri yaklaşık 1,5 milyar TL (yaklaşık 50 milyon dolar) olduğu ifade edilen ama nasıl olduysa 15 milyon TL’ye aldığınız üç adet villayı halkın kullanımına açar mısınız? Belki o zaman tam anlamıyla “komünist” olursunuz…
Ne size ne de oğlunuza bir ideolojinin yakışmayacağını artık anlamadınız mı? Eğer yolsuzluk ve rüşvet suçlarına yönelik iddialar doğruysa, geçmişte Ülkücü olmanızın, ardından ANAP’lı ya da CHP’li olmanızın hiçbir önemi yoktur. Hangi ideolojide, hangi partide olursanız olun, yolsuzluk ve rüşvet en ahlaksız suçların başında gelir.
“Siyasette bozulma, çürüme ve vefasızlık” başlıklı yazılarımda da ifade ettiğim gibi; hangi partide rüşvet, yolsuzluk ve siyasi nüfuz gücüyle iş takibi yapan varsa, o kişi bulunduğu partinin en şerefsizi, en haysiyetsizi ve en namussuzudur.
Sizi tanıyanlar nezdinde meselenin ideolojik bir mesele olmadığı çok net biçimde anlaşılmaktadır. Nitekim komşu köyden bir vatandaş sizi şöyle tarif etmektedir:
“Ben de Sürmeliliyim. Ekrem’in köyüyle benim köyüm bu kadar mesafededir. Onun babası da ANAP döneminin götürücülerindendi. Hasan.”
Yine Trabzonlu yönetmen Faik Ahmet Akıncı ise konuyla ilgili çok daha ağır iddialarda bulunarak şu ifadeleri kullanmıştır:
“En büyük dolandırıcılar bunlardır. Trabzon’u dolandırdılar, İstanbul’a kaçtılar. Para için hareket ettiler. Hasan İmamoğlu ve Ekrem İmamoğlu’nun para uğruna öz kardeşleri Ali İmamoğlu’nun ölümüne sebep olduklarını düşünüyorum. Ekrem İmamoğlu’nu destekleyen bütün Cumhuriyet Halk Partililer tarihe bir kara leke olarak geçecektir.”
Yani mesele ideolojik değil, doğrudan bir ahlaksızlık meselesidir. Zaten hiçbir ideolojinin ve hiçbir partinin bu ahlaksızlığı taşıyabilecek, meşrulaştırabilecek bir gücü yoktur.
Sağcı ya da solcu fark etmeksizin, yolsuzluk yapan, rüşvet alan kim varsa kahrolsun…
Namuslu, dürüst; sağcı ya da solcu fark etmeksizin kim varsa hepsine de selam olsun…