Sabır
“Sabır, Sırat Köprüsüne benzer. Geçmesi zordur, ama sonu hayır, selamet ve güzelliktir.”
Lider Devlet Bahçeli
***
Bizim Ülkü Ocaklarımız Var. Var olsun!
Yazdığı tarihi romanlarla bir nesli, yok yok nesilleri milli tarih, milli şuur ve gelecek ülküsünde buluşturan bir Dede Korkut’tu Merhum Mustafa Necati Sepetçioğlu…
Milliyetçi Türk Gençliği Ülkü Ocaklarımız sayesinde yeniden tanıdı rahmetliyi… Gerçekten de O’nun eserleri başka bir imbikten süzülür gibidir. O’nun romanlarında tarihi olayların arka planı inandığımız hakikatlerle örülüdür hep. Devlet, devlet yöneticileri, ordu, ulema, evliya ve millet hep ön alanda görünür, görünür ama romanlarda asıl önemli olan bizi biz yapan ahlak, edep ve irfan gibi milli hasletlerimizin muhteşem bir anlatımla işlenmesidir.
Sepetçioğlu’nun Dünki Türkiye Dizisi’nde bilhassa Devlet nedir? Kuruluşu, korunması ve yaşatılması nasıl başarılmıştır sorularının hepsi bir film tadında anlatılır. Akın akın Anadolu’ya gelen Türkmen’in bu topraklarda nasıl tutunduğunu, “tarihte hiçbir millete vatan olmayan bu toprakların bin yıldır nasıl ve neden sadece Türklere vatan olduğunu” her satırda anlarsınız!
Devlet ve Devlet Adamlarını; Âlimler ile devlet adamlarının ilişkilerini; Alpler ve Erenlerin nasıl yekvücut olduklarını ve Türkmen kafileleri ile bu insanların ilişkilerini ancak onun eserlerinden öğrenirsiniz…
Ayrıca ve tabii ki, Türkçe’nin ne kadar heybetli bir Cihan Dili olduğunu da yine onun bu eserlerinde görürsünüz.
Tereddütsüz yazmıştır Sepetçioğlu eserlerini… İkinciklenmez hiç… “Tanrı” derken “Allah yazmadım” diye bir endişeye kapılmaz. Öylesine saf bir Türkmen inancını okursunuz her sayfada.
Hatta onu okurken okumaktan çok çok ötelere geçer, bizzat olayları yaşarsınız, hem de oradaymışsınız gibi… Ve yemin edebilirsiniz yaşarken; evet, Sepetçioğlu ne yazmışsa ve nasıl anlatmışsa tıpkı öyle olmuştur.
O Bozkurt nasıl konuştuysa destanlarımızda ve nasıl vınladıysa oklar yaylarından fırlayarak, öylece akıp gidersiniz siz de satırdan sadra…
Besmeleyle “Bizans Kilidini açar”, Anahtar’la dönemin Ülkü Ocaklarını kurarsınız… Otağlarda yaşar, her darbeden sonra yıkıldığınızı değil de “budandığınızı” anlar, daha güçlü sürgünler, daha büyük dallar vermek için yeniden Harekete geçersiniz!
Oğuz Hanımız ne söylediyse kendi kulaklarınızla duyarsınız mesela... Osman Beyimiz, Şeyh Edebalımız ile ne konuştuysa birebir şahit olur; bilirsiniz…
Dursun Fakih ne hüküm verdiyse; gönülce boyun eğer; Sarı Satuk, Hacı Bektaş, Geyikli Baba, Kumral Dede ve Horoz Dede Yesi’den ne getirdiyse heybesinde siz de yüklersiniz hepsini omuzlarınıza… Yürürsünüz, yürürsünüz “Sabırla” …
***
Bu arada Merhumun “Sabır” romanı Dünkü Türkiye Dizisinin 11. Kitabıdır. Fatih üçlemesinin de 2. Kitabı… Sıralama içinde isminin “Sabır” olması da boşa değildir. O sabırdan sonra Fetih gelir…
KAYBOLAN DEĞERLERİMİZ
Halen daha direnen… Halen daha varlık mücadelesi veren değerlerimiz bir tarafa “paçozluğun” dibine vuran üçüncü sayfa haberleri şu an canımızı çok sıkıyor…
“Biz ne olacağız?” sorumluluğunu bırakıp “ben ne olacağım?” yalnızlığında sadece kendini düşünenlerin oluşturduğu bir yığınla karşı karşıyayız şimdi.
Şiddet, arsızlık ve ahlaksızlığın; hırsızlık ve düşkünlüğün rüzgârında savrulmuşların dünyasında yaşamak ne kötü… Eyvah bize!
Sabır…
***
Hadi biraz da kendimize dönelim… Zor günler geçiriyoruz, olan bitene anlam veremiyoruz…
Merdivenin birinci basamağındaki adam gibiyiz... En üstteki Adam’ın gördüklerine ve oradaki tecrübesine hiç kıymet vermeden en aşağıdan ahkâm kesiyoruz: “O öyle olur mu, bu böyle olur mu?” diye…
Çok biliyoruz ya! Türkmen böyledir işte… Milletimiz biraz tez canlıdır, acelecidir… Bu acelesinden dolayı bazen rüzgârlarla savrulur gider… Gider de gittiği yerde ruhunda ve gönlünde huzur bulamaz. Gittiği ile kalır…
Ama yine de bizim övüncümüzdür Türkmen… Güç kaynağımızdır.
***
Ha, ne diyordum Ülküdaşım… Ne demeye gelir şimdi bunca laf?
Söyleyeyim: Sabır Ülküdaşım, Sabır!… Zira her sabrın sonun da selamet vardır. Sabırdan sonra tam da bir “Gece Vaktinde Gündönümü” yaşanır, Fetih gerçekleşir…