Mikrofon şehveti ve çok konuşmanın sonu
Çok konuşan insanlar konusunda atalar, bilgeler ve aydınlar tarih boyunca hep uyarılarda bulunmuştur. Çünkü hepsinin ortaklaştığı temel düşünce şudur: “Çok konuşmak, insanın gözden düşmesi için en kısa ve en emin yoldur.”
Bu uyarı, farklı coğrafyalarda ve farklı çağlarda aynı hikmetle dile getirilmiştir:
“Çok konuşma, boş konuşma, kem konuşma.”
— Şeyh Edebali
“Eğer çok konuşmak faydalı olsaydı, Allah iki ağız bir kulak verirdi. Onun için çok dinleyip az konuşmak gerek.”
— Şems-i Tebrizi
“Çok bilenler konuşmaz, çok konuşanlar bilmez.”
— Lao Tzu
“Şu dünyada doğruyu söylemek kadar zor, boş konuşmak kadar kolay bir şey yoktur.”
— Dostoyevski
Görüldüğü gibi, çok konuşmak ve boş konuşmak konusunda, dünyanın dört bir yanından ve tarih boyunca süzülüp gelen sayısız uyarı vardır.
Türk siyasetinde ise çok konuşmayı ve boş konuşmayı siyaset sanan bir figür, parti kurarak sahneye çıkmış; ancak zamanla bu uyarıların ne kadar hayati olduğunu bizzat tecrübe etmek zorunda kalmıştır. Kim mi o? Yavuz Ağıralioğlu…
Ağıralioğlu, 22 Ekim 1988’de terör örgütü PKK tarafından İstanbul’da, eşi ve çocuğunun yanında şehit edilen Esat Oktay Yıldıran’ı, Marksist zihniyetli, POL-DER’li ve Mamak Cezaevi’nde ülkücülere işkence yapan polis şefi Dürüst Oktay ile birbirine karıştırarak, kamuoyuna yönelik bir konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştır:
“Stajını Mamak’ta ülkücüler üzerinde yaptı. Ustalığı Diyarbakır Cezaevi’ne denk geldi. İnsan değildi bu; insanlıktan nasibi olmayan, işkenceci bir hayvandı.”
Bu sözlerin ardından yükselen tepkiler üzerine ise şu açıklamayı yapmak zorunda kalmıştır:
“Dürüst Oktay’ı, Zeki Kaman ile Esat Oktay’ı karıştırdım.”
Esat Oktay Yıldıran’ın, 1981–1983 yılları arasında Diyarbakır 5 No’lu Askerî Cezaevi’nde yüzbaşı rütbesiyle güvenlik amiri olarak görev yaptığı döneme ilişkin, tutuklulara işkence yapıldığı yönünde kamuoyuna yansıyan ciddi iddialar bulunmaktadır. Bu iddiaların önemli bir bölümü, özellikle PKK’lı bölücü mahkûmlar tarafından dile getirilmiştir.
Elbette askerî bir cezaevinde görev yapan bir komutanın, hukuk yoluyla cezalandırılmış kişilere işkence yapmasını normal karşılamak mümkün değildir. Görev tanımı, yetki sınırları ve hukuk kuralları buna açıkça izin vermez.
Ancak Esat Oktay Yıldıran, ailesinin yanında şehit edilmesinin ardından dönemin Genelkurmay Başkanlığı tarafından “çok kıymetli bir subay olarak isim yapmıştır ve daima da böyle anılacaktır” ifadeleriyle anılmıştır. Esat Oktay Yıldıran, aynı zamanda Kıbrıs Barış Harekâtı’nda görev almış bir askerdi; öz ağabeyi Selçuk Yıldıran ise Kıbrıs’ta mayın temizliği sırasında şehit düşmüştür.
Kendisi ve ağabeyi şehit olmuş bir isim hakkında, üstelik olayları birbirine karıştırarak ve kamuoyuna açık bir kürsüden “İnsan değildi bu; insanlıktan nasibi olmayan, işkenceci bir hayvandı” demek, Yavuz Ağıralioğlu açısından adeta sonun başlangıcı olmuştur.
Eğer Esat Oktay Yıldıran’ın suçlandığı ve hakkında ileri sürülen “işkence” iddialarını; nerede, ne zaman ve hangi görevde bulunduğunu dikkate alarak, ölçülü bir dille değerlendirseydi, elbette kimsenin tepki göstereceği bir durum oluşmazdı. Ancak olayları birbirine karıştırıp açıkça hakaret ederek “hayvan” ifadesini kullanınca, sert kayaya çarpmış oldu.
Atalar ne demiştir: “Çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz.”
Nitekim geçtiğimiz haftalarda kurduğu çok sözün arasına bir de yalan ekleyen Yavuz Ağıralioğlu, bunun ortaya çıkmasının ardından ciddi bir toplumsal tepkiyle karşılaşmıştır. Hatta bu tepki, kendi partisi içinden dahi yükselmiştir. Bu gelişmeyle birlikte, bugüne kadar sürdürdüğü “çok konuşma” düzeni de belirgin biçimde sarsılmıştır.
Anahtar Parti’yi kurmadan önce İYİ Parti saflarında da çok ve boş konuşmayı seven bir profil olarak öne çıkan Yavuz Ağıralioğlu, siyasi çizgisinde sürekli tutarsızlık sergilemiştir. Geçmişte yaptıklarını ve söylediklerini sorgulamadan, aynı yüzeysellikle konuşmaya devam etmiştir.
Anahtar Parti’yi kurar kurmaz yaptığı ilk ve neredeyse tek şey ise yine çok ve boş konuşarak “Terörsüz Türkiye” sürecini baltalamaya çalışmak ve bu süreç üzerinden kendisine bir istismar alanı oluşturmaya yönelik söylemler geliştirmek olmuştur.
2019 yerel seçimlerinde CHP–HDP–İYİ Parti arasında açık biçimde kurulan ittifaka ses çıkarmayan;
İYİ Parti’de bulunduğu dönemde, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması gerektiğini savunarak şu ifadeleri kullanan:
“Türk mahkemelerinin üzerine böyle bir leke düşmemelidir. Biz hukuk tanımaz, hukuk saymaz, uluslararası anlaşmalara itibar etmez, kafasına göre davranan, keyfine göre konuşan bir ülke imajının içerisine düşmemeliyiz. Böyle bir şeyi hak etmiyoruz. Dolayısıyla mahkemelerin kararlarına saygı duymak lazım.”
2011 yılından itibaren kurduğu Türkiye İnisiyatif Merkezinin başkanlığını yürütürken ise:
“PKK ile de görüşebiliriz, tek şartımız var: Müslüman olacaklar.”
diyebilen; hatta yaklaşık 15 yıl önce, en radikal biçimde şu cümleleri kurabilen bir isimdir:
“Abdullah Öcalan asılsın diye feveran etmeye gerek yok. Öcalan gibi bir cani bile olsa, Türk Devleti’nin adalet anlayışının zedelenmesine izin verilmemeli. Devlet isterse serbest bırakır. Ama bunu, hiçbir suistimali tolere etmeyecek bir devlet yapar. Der ki: ‘Özgürlük savaşı ya da demokrasi havariliği yapmana izin vermem. Defolup dağa gidersin; bulduğum yerde de gebertirim seni.’
Karakollarının krokilerini verir devlet. ‘Sizi serbest bırakıyorum, işte karakollarımın krokileri… Vurun da görelim,’ der. İşte bu devlettir; bu bölgenin, bu coğrafyanın sahibi olan devlettir.”
Tüm bu geçmişe rağmen bugün, “Terörsüz Türkiye” süreci üzerinden MHP’yi hedef alan bir söylemle ortaya çıkması; dün söylediklerini inkâr eden, bugün söylediğini yarın boşa düşüren derin bir siyasi savrulmanın açık göstergesidir.
Kurduğu Anahtar Parti’yi seçim günü geldiğinde oraya buraya pazarlamak amacıyla, mikrofon şehvetine fazlasıyla kapılan Yavuz Ağıralioğlu, artık çok ve boş konuşmayı bırakmalıdır. Özellikle de “Terörsüz Türkiye” süreci üzerinden MHP’yi hedef almayı bıraksın. Yanlış anahtarla, yanlış kapıları açmak için kendini daha fazla komik duruma düşürmesin…