Fizik kanunları siyasetin söylemi haline geldiğinde durup düşünmeli.

Mesela mekanik terimi?!

Mekanik, kuvvetlerin maddeler ve hareketler üzerindeki etkisini inceleyen, maddenin denge ve hareket nedenlerinin ve bununla ilgili yasaların araştırıldığı bir fizik bilimi alanı…

Madde ile hareket bir araya geldiğinde, enerji kavramı da konuya arz-ı endam ediyor. Bu enerji hayatımıza kinetik, potansiyel, ısı, ışık, elektrik, kimyasal, nükleer ve ses boyutlarıyla dokunuyor.

Anlaşıldığı üzere mekanik terimi hayatımızın içinde olması sebebiyle siyasetin konusu da olabiliyor.

Ancak fizik terimleri toplumu ve devleti yönetme sanatı olarak bilinen siyaset sahasında genellikle radikal söylemler içinde kullanılıyor.

Kuvvetin ve maddenin bileşiminden oluşan mekaniğin doğasında var olan enerji toplumsal, siyasal ve ideolojik zeminlerde zora dönüşüyor.

Ve hiçbir zor kendiliğinden oluşmuyor, açığa çıkmıyor.

Birileri ilk taşı yerinden oynatıyor; yani domine ediyor.

Mesela Nazi ideolojisi, zorun mekaniğini alabildiğince radikal metodlarla kullanarak Münih Birahanesinden iktidara uzanan bir mücadeleyi başlatmış gibi gözükse de bu siyasal enerjiyi domino eden Krupp çeliği ve Alman kapitalizmi olabiliyor.

Marksist siyasetin mekanik söylemi ise daha teorik ve daha aldatıcı: 1917 Ekim Devrimi’nin ardında ne Lenin’in süslü Nisan Tezleri var, ne de Marx’ın ‘Feurbach Üzerine Tezler kitabı?! Sonunda “Gulag Takım adaları” hapishanesine dönüşen bu maceranın en somut ilk taşı İsviçre’den kalkıp Kayzer’in topraklarından sorunsuz geçerek Petersburg’a varan ‘mühürlü tren’le atılıyor.

Ya özgürlük ve demokrasi kavramlarını sere serpe kullandığı halde hürriyetler alanı değil de algı oyunlarıyla kapitalist hegemonya alanı haline gelen liberal radikalizme ne demeli? Soroslar, Stratforlar, Open Societyler ve küresel medyatik, finansal oyunlar…

Küresel liberalizm bütün radikal söylemleri kozmopolitizm başlığı altında toplamış ve milli devletlere savaş açmış durumdadır.

Bugün Türkiye’de hâlâ “darbe” konuşuluyor.

Sandık yerine, dayatmacı darbe mekanizmasının kurgusal iklimi çağrıştırılıyor.

15 Temmuz 2016 tarihi, takvim değil kâbus; unutan var mıdır acaba?

Daha dün gibi, darbe mekaniğinin işleyişini toplumun her bir ferdi bir filmi izlermiş gibi izlemedi mi?

Türk toplumu darbelere daha kaç kez hayır diyecek?

Türkiye uluslararası projelere direndikçe, Orta Doğu’da, Akdeniz’de, Afrika’da, Türk dünyasında alan kazandıkça iplerin gerildiğini görüyoruz.

Türkiye’de siyaset, devletin geleneksel varlığı etrafında doğal pratiğinde işledikçe darbe tartışmalarına maruz kalınıyor.

Dünyanın salgınla boğuştuğu bir zamanda Türkiye’nin pandemiyi kontrol altına almakla kalmayıp dünyevi dayanışma örnekleri verdiği süreçte darbe tartışmalarına maruz kalınıyor.

Darbe tartışmaları ekonominin belalısıdır. Türkiye’nin turizm atağı hazırlığı yaparak hiç olmazsa yaz mevsiminin bir bölümünü kurtarmaya çalıştığı bir aşamada gelen bu tartışmalar.

Çin’in pandemi merkezi olmasıyla boşluğa düşen dünya tedarik piyasasında lojistik varlığı, üretim kapasitesi, coğrafi merkeziliği sebebiyle öne çıkan Türkiye’nin darbe tartışmalarına maruz kalması ne ile açıklanmalıdır?!

Bütün dünyanın ekonomik durgunluk içinde enflasyonla boğuştuğu bir aşamada Türkiye’nin umut vadeden atılımlarda bulunuyor olması odaklanmamız gereken yegâne durumdur.