Millî marşlar, ülkelerin bağımsızlık simgelerinden olup resmî makamlarca onaylanmış, çeşitli etkinliklerde seslendirilen şiir tarzı metinlerdir. Bunlar ait oldukları milletlerin millî duygularını anlatıp millet üyelerine aynı duygu ve düşünceleri hissettirirler. “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;” diye başlayıp “Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!” sözüyle biten Türk İstiklâl Marşı da Millî Mücadele ruhunun bir tezahürü olarak ortaya çıkmış, Türk milletinin ezelden ebede var olma arzusunun kalpten dile dökülen tercümanı olmuştur. Millî azmi her bir Türk ferdinin kalbine ayrı ayrı işlemiştir. Büyük Millet Meclisi Türk Kurtuluş Savaşı’nın en zor dönemlerinde, 12 Mart 1921’de yaptığı görüşmelerin ardından İstiklâl Marşı’nı millî marş olarak kabul etmiş, “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!” dizeleriyle Türk milleti adına her türlü esareti reddetmiştir. İstiklâl Marşı, Türk milletinin özgürlüğe olan inancının dilde somutlaşmış hâlidir. Bu açıdan Türk Kurtuluş Savaşı sırasında bu mücadelenin destanının yazılması, askere ve halka millî heyecan aşılanması, millî heyecan ve azmi maneviyi sahada koruyup beslemek için bir marşa lüzum görülmüştü. Diplomatik münasebetlerde de buna ihtiyaç vardı. Bununla ilgili ihtiyacı İrşat Heyetleri dile getirmiş Mustafa Kemal Atatürk de bu meseleyi ele aldırtmıştı. Sonunda bu işin sorumluluğunu Maarif Vekâletinin üstlenmesi kararlaştırılmıştı. Alınan karar üzerine Maarif Vekâleti 18 Eylül 1920’de bir genelge yayımlayarak İstiklâl Marşı müsabakası ilan etmişti.

Maarif Vekâleti tarafından vilayetlere gönderilen genelgede ülkenin içinde bulunduğu durum dile getirildikten sonra yeni Türk devletinin ebediliğini, Millî Mücadele’nin ruhunu, Türk istiklâl aşkını dile getirecek millî bir marş güftesinin müsabakaya açıldığı belirtilmiş, müsabaka sonunda marşın besteleneceği ifade edilmişti. Müsabakaya katılacak güfte ve besteler için ayrı ayrı beş yüzer lira mükâfat verileceği söylenilmişti. Böylece İstiklâl Marşı ile ilgili süreç başlamıştı. Müsabaka ilanı Doktor Rıza Nur’un Maarif Vekilliği döneminde ele alınmıştı ama daha sonra yerine Hamdullah Suphi Tanrıöver Maarif Vekili seçilince bununla ilgili işleri Hamdullah Suphi Bey yürütecekti. Müsabaka ilanına göre marş güftelerinin üç ay içerisinde 21 Aralık 1920’ye kadar Ankara’da Büyük Millet Meclisi Maarif Vekâletine gönderilmeleri gerekmekteydi. Genelge ile vilayetler müsabakadan haberdar edilirlerken bu durum basına verilen farklı tarihli ilanlarla da tekraren halka duyuruldu.

ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK

İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya yedi yüz yirmi dört şiir katıldı. İnceleme için Maarif Nezaretince oluşturulan edebi encümen bu şiirleri değerlendirmeye aldığında muhakkak ki her birini değerli görmekle beraber bunları Türk milletinin giriştiği özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini tam anlamıyla ifade ve terennüm edecek özellikte bulmadı. Bu kadar şiir arasından herhangi biri tam olarak dikkat çekici bulunmadığına göre “O zaman bunu kim yazabilir?” sorusu sorulmaya başlanmıştı. Maarif Vekili Hamdullah Suphi, bu şiiri Burdur Mebusu Mehmet Akif Ersoy’un yazabileceğini düşünmüştü. Ama yapılan incelemelerde Mehmet Akif Ersoy’un açılan müsabakaya katılmadığı görülmüştü. Bu durum karşısında Hamdullah Suphi Tanrıöver kendisine bir tezkere yazmış ayrıca arkadaşı Hasan Basri Çantay’dan da onu ikna etmesini istemişti. Aslında Mehmet Akif Ersoy mükâfat karşılığında böyle bir şiir yazmayı düşünmemişti. Kendisine marşı yazmasının, maksadın temini için son çare görüldüğü, endişelerinin giderileceği söylenildiğinde ancak bu şartlarda bir marş yazmayı kabul etmiş ve ardından da yazı işine koyulmuştu.

Mehmet Akif Ersoy, İstiklâl Marşı’nın bazı mısralarını Meclis’teki müzakereler sırasında, bazılarını Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin idarehanesinde, bazılarını da Taceddin Dergâhı’nda yazıp kaleme almıştı. Bu esnada etrafından tamamen soyutlanmış, bazen derin düşüncelere dalmış, bazen karaladığı cümleleri silip yeniden yazmıştı. Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı marşın ilk basılı şekli “Kahraman Ordumuza” ithaf edilerek 17 Şubat 1921’de Sebilürreşad dergisi ve Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde, 21 Şubat 1921’de de Açıksöz gazetesinde yayımlanmıştı. İstiklâl Marşı şiirini yazdıktan sonra konu marşın seçimine gelmişti. Seçim hususunda Akif’in şiiri dışında diğer yedi yüz yirmi dört şiirden altı tanesi daha değerlendirmeye alınmıştı. Bununla ilgili nihai kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi verecekti. Seçim meselesi üç farklı celsede ele alındı. Konu ilk olarak 26 Şubat 1921’de görüşüldü. İkinci defa Meclisin 1 Mart 1921 tarihli toplantısında ele alındı. Burada çeşitli açıklamalar yapıldı, düşünceler dile getirildi ve okunduğunda Mehmet Akif Ersoy’un şiiri büyük bir beğeni aldı.

MECLISTE OKUNDU

İstiklâl Marşı konusu Büyük Millet Meclisinin gündemine üçüncü defa ise 12 Mart 1921’de geldi. Mecliste gerçekleştirilen 12 Mart tarihli toplantıda yapılan görüşmelerin sonrasında Mehmet Akif Ersoy’un şiiri oya sunuldu. Oylama sonucunda İstiklâl Marşı olarak kabul edildi. Kabul edilmesinin ardından İstiklâl Marşı Meclis’te bir kez daha ayakta okundu. Bütün mebuslar marşın on kıtasını ayakta ve sürekli alkışlar arasında dinledir.

İstiklâl Marşı bu şekilde oldukça coşkulu bir halde kabul edilirken Mehmet Akif Ersoy heyecanından ve mahcubiyetinden Meclis’te duramamış, salona çıkmıştı. Türkiye Büyük Millet Meclisi İstiklâl Marşı’nı kabul ettikten sonra Mehmet Akif Ersoy daha önce müsabaka için ortaya konulan beş yüz liralık mükâfatı almadı. Bunu fakir İslam kadın ve çocuklarına iş öğreterek sefaletlerine son vermek maksadıyla kurulmuş olan Darülmesai’ye bağışladı. İstiklâl Marşı kabul edildikten sonra bestesi için de ayrıca bir müsabaka ilan edildi. Ancak besteleme meselesi güfte meselesine göre biraz daha uzun bir zaman aldı. Süreç içerisinde Türk musikişinaslar tarafından farklı besteler yapılarak ayrı şekillerde değişik yerlerde çalındı. Nihayetinde 1930 yılında Osman Zeki Üngör’ün ilk iki dörtlüğü bestesi resmi beste olarak kabul olundu.

Mehmet Akif Ersoy İstiklâl Marşı’nı Safahat isimli eserine almamış ve onu Türk milletine hediye etmişti. “Allah bir daha bu millete bir İstiklâl Marşı yazdırmasın!” diyerek yazıldığı dönemin zorluğuna dikkat çekmişti. İstiklâl Marşı’nın hangi ortamda nasıl bir ruh hali ile yazıldığı oldukça önemli bir meseledir. Bu marşı yazdıran şey Milli Mücadele ruhu, vatan ve bağımsızlık aşkıdır. Onu yazmak için o günleri görmek gerektiğini, sonradan ne başkasının ne de kendisinin bunu bir daha yazamayacağını, marşın kendisinin millete karşı en büyük hediyesi olduğunu dile getiren Mehmet Akif Ersoy bu düşüncelerini ifade etmek açısından şu cümleleri kullanacaktı: “İstiklâl Marşı. O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir fecayi karşısında bunalan ruhların, ıstıraplar içinde halas dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.” Mustafa Kemal Atatürk de Mehmet Akif Ersoy’un o günlerin hatırasına yazdığı İstiklâl Marşı ile ilgili düşüncelerini dile getirirken şöyle diyecekti: “Bu marş, bizim inkılabımızı anlatır, inkılabımızın ruhunu anlatır. Bunu, ne unutmak ne de unutturmak lazımdır. İstiklâl Marşı’nda, istiklâl davamızı anlatması bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim yeri de burasıdır: ‘Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!’ Benim, bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar, işte bunlardır. Hürriyet ve istiklâl aşkı bu milletin ruhudur.”

KAHRAMANCA MÜCADELE

Millî marş olarak kabul edilişinin 101. yılında İstiklâl Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy’u, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, istiklâl ve istikbal mücadelemizin temsil makamındaki ilk meclisin vekillerini, vatan için kahramanca mücadele etmiş bütün şehit ve gazilerimizi saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz.

Aziz ruhları şad olsun.