Spor camiası bir zamanlar her türlü işten, sıkıntıdan yakınmayı bir görev bilir. Hep bir şeylerden yakınırdı. Eften, püften şeyler yüzünden, sürekli kadar çok sıkıntı çıkarırlardı. Kampa giderlerdi, yağmur yağıyor… Hava sıcak, yer soğuk… Transfer dert…

Aklınıza ne gelirse…

Sezon başında dağlara giderdi takımlar… Devre arasında da Antalya’nın her şeyi ile hazır merkezine taşınırdı. Orada da şöyle yakınmalar gelirdi tabi.

“Buralar çok kalabalık oldu.”

“Saha bulamıyoruz.”

“Aynı anda bu kadar mı gelinir?” falan falan… Yani orada da yakınmalar olurdu.

Ve nereden çıktıysa, bir pandemi geldi. Her şeyi önüne katan sel gibi, dünyayı dümdüz etti. Artık kimse basit yakınmalara fırsat bulamaz oldu. Herkes kendi elindekinin değerini daha iyi anlamaya, elindekiyle yetinmeyi öğrenmeye başladı. O kadar yetindiler ki, kapanmaya başladılar. Artık kimse Antalya gibi hazır, her şeyi ile steril, sorunsuz tesislerine gelmeyi düşünmedi.

Devre arası için en çok Güney kentini tercih eden Avrupa’nın birçok kulübü, arayı kendi ülkesinde, kendi tesislerinde geçirmeyi yeğledi. Amaç, yakınmadan eldekiyle yetinmek… Ve Antalya’da bu sıkıntıdan en çok zarar gören kent oldu.

Pandemi evet var. Ancak, her şeyi ile yeterli tesislere gelecek kulüpler hem kendilerini diğer takımlardan şanslı hissedecek hem de Antalya’nın spor turizmi her yıl olduğu gibi görevini yapacaktı… Olmadı. Olamadı. Pandeminin yarattığı zarar ekonomik olarak Antalya’ya yansısa da, sıkışık fikstür nedeniyle zorlanan takımların dinlenme, yenilenme şansını kaçırdıkları için sonra sıkıntı yaşayacaklar.