7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırılarının başlamasıyla beraber özellikle de ABD ve AB başta olmak üzere batılı pek çok ülke İsrail’e destek mesajları yayınlamış, Filistin’i bir terör devleti olarak gösterme çabasına girişmiştir.

Geçmişte İsrail’in Filistin’e yönelik yaptığı saldırılar ve zulme ses çıkarmayanların söz konusu İsrail olunca hemen her gün gündemleri malum konu olmuştur. Elbette ki Hamas’ın yaptıklarını haklı çıkarmak gibi bir gayemiz yoktur. Nerede olursa olsun kimden gelirse gelsin masumun ve mazlumun zulme uğramasının haklı bir gerekçesi olamaz.

Hamas’ın İsrail’e yönelik Aksa Tufanı Operasyonu adını verdiği saldırıların hemen ardından İsrail de Demir Kılıçlar Operasyonu’nu devreye almış ve o tarihten itibaren olayların seyri her geçen gün daha kanlı bir boyuta ulaşmıştır. Giderek şiddetini artıran olaylar karşısında en yapıcı ve çözüm odaklı tavrı Türkiye ortaya koymuş ve tarafları itidalli davranmaya davet etmiştir. Böylesi bir süreçte özellikle de ABD’nin savaşı tırmandırıcı söylem ve eylemleri dikkatlerden kaçmamaktır. 7 Ekim’in hemen akabinde İsrail’e destek açıklaması yapan ABD, gelinen aşamada İsrail’e askeri yardım yapacağını duyurmuş ve dünyanın en büyük uçak gemisi olan USS Gerald R. Ford’un da içinde bulunduğu bir filoyu bölgeye göndermiştir. Bununla beraber bölgede bulunan ABD Hava Kuvvetleri de uçak filolarını güçlendirmiştir. NATO üyesi olmayan bir devlet için bu denli ciddi boyuttaki yardımların yapılması akıllara farklı konuları da getirmektedir. ABD’nin bölgede ne işi vardır? İsrail bugün ABD’nin Orta Doğu coğrafyasındaki karakolu haline gelmiştir. İsrail’in varlığı bölgedeki ABD varlığıdır.

ABD’nin Orta Doğu’daki varlığı bölgeye kaos ve kargaşadan başka bir şey getirmemiştir. 2003 yılında Irak’a “demokrasi” götürme ve terörizmi bitirme bahanesiyle konuşlanan ABD’nin bölgedeki faaliyetleri enerji sahalarını kontrol altına almaktan, Irak’ı yağmalamaktan ve terörü bölgenin her köşesine yaymaktan öteye gitmemiştir. Nitekim gelinen aşamada Irak’taki durum hepimizin malumudur.

2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş neticesinde istediği zemini yakalayan ABD, 2015 yılına gelindiğinde resmi olarak Suriye’ye askerini konuşlandırmıştır. ABD özellikle de DEAŞ ile mücadele bahanesiyle, Türkiye’nin milli güvenlik konusundaki hassasiyetlerini görmezden gelerek PKK/YPG’yi bu konuda sahadaki partneri olarak ilan etmiştir. Bu anlamda terör örgütlerine uzun yıllardır gizli bir şekilde verdiği desteği de artık saklama gereği duymamaya başlamış açık bir şekilde müttefik olduklarını ilan etmiştir. Bir yandan ABD’li üst düzey komutanlar terör kamplarını ziyaret ederken diğer yandan terör örgütlerine ciddi miktarda askeri yardımlar yapılmaya ve ABD’li askeri personeller aracılığıyla teröristlere eğitimler verilmeye devam etmektedir.

Türkiye’nin son dönemde Suriye’deki terör gruplarına yönelik başlattığı operasyonlar ise ABD’yi oldukça rahatsız etmiştir. Yine aynı konuya alakalı olarak Türkiye’nin harekatları sırasında terör örgütlerinin sözde yöneticilerinin ABD üslerine sığındığına yönelik bilgiler ise ABD ve terör ilişkisinin tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Filistin ve İsrail arasında kanlı hesaplaşmaların yaşandığı ve Türkiye’nin Suriye’deki harekatlarının devam ettiği bir süreçte Beyaz Saray’ın resmi internet sitesinde yayınlanan 12 Ekim 2023 tarihli açıklamada, “Türk hükümetinin Suriye'nin kuzeydoğusuna yönelik askeri eylemleri IŞİD'i yenilgiye uğratma mücadelesini baltalamakta, sivilleri ve bölgenin güvenliğini tehlikeye atmakta ve Amerika Birleşik Devletleri'nin ulusal güvenliği ve dış politikası için olağanüstü bir tehdit oluşturmaya devam etmektedir” ifadelerine yer verilerek ABD Başkanı Joe Biden’ın 14 Ekim 2019 tarihinde Suriye'deki durum nedeniyle ilan ettiği ulusal acil durumun 14 Ekim 2023 tarihinden itibaren 1 yıl süreyle uzatıldığının duyurulması ise dikkatlerden kaçmamıştır.

ABD’nin Orta Doğu’daki tutumu terör ile bütünleşmiş durumdadır. Gerek Irak gerek Suriye ve gerekse de Filistin-İsrail meselesinde ABD’nin kışkırtıcı ve savaş yanlısı tutumu Orta Doğu’nun huzur ve istikrarını derinden sarsmaktadır. Kendi menfaatleri uğrunda Akdeniz ve Orta Doğu’da daha rahat hareket edebilmek ve bölgenin zengin kaynaklarını sömürebilmek için ABD’nin kışkırtıcı tavrı; insani ve vicdani tutumdan uzak olduğu gibi hem bölge halklarının hem de Türkiye’nin milli güvenliğine tehdit oluşturmaktadır.

Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler ve ABD’nin kışkırtıcı ve uzun süredir devam eden müttefiklik ruhundan uzak tutumlarına bakıldığında Orta Doğu’nun yeniden Ameri’KAN’ koktuğu açık bir şekilde görülmektedir.

Orta Doğu’nun temel sorunu olarak kabul edilen meselenin çözümü için 1967 sınırları dâhilinde başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin tanınması elzem hale gelmiştir.

Tarafların itidalli olması ve savaş ikliminin son bularak diplomasi diline dönmeleri daha büyük vahim sonuçların vasat bulmasına engel olunabilmesi adına önem arz etmektedir.

Filistin ile İsrail arasında yaşanan çatışmalar bölgesel bir hal almadan ve hatta küresel alana yayılmadan gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir. Birleşmiş Milletlerin bu anlamda devreye girmesi ve dünyanın geri kalanının da taraflar arasında barış görüşmeleri ortamının sağlanması adına gayret göstermesi sadece bölgesel gelişmeler değil küresel anlamda da ciddi risklerin yaşanmasının önüne geçecektir.

Bu anlamda da Türkiye’nin atacağı adımların iyi anlaşılması ve desteklenmesi küresel barışın tesisi açısından oldukça önemlidir.