Türkgün | ÖZEL HABER | Yanlış anahtarla yanlış kapıları zorlayanlar

Yanlış anahtarla yanlış kapıları zorlayanlar

İç cephe çağrısı, Türkiye’yi terörden arındıracak bir devlet aklını işaret ederken bazı siyasi diller bu çağrıyı duymamayı tercih etti. Terörsüz Türkiye hedefi netleştikçe, kimlerin çözümden yana olduğu, kimlerin ise bu ihtimalden rahatsızlık duyduğu daha görünür kılındı. Yanlış anahtarla yanlış kapıları zorlamaya kalkanların niyeti, atılan her somut adımla biraz daha açığa çıktı.

İç cephe çağrısı, Türkiye’yi terörden arındıracak bir devlet aklını işaret ederken bazı siyasi diller bu çağrıyı duymamayı tercih etti. Terörsüz Türkiye hedefi netleştikçe, kimlerin çözümden yana olduğu, kimlerin ise bu ihtimalden rahatsızlık duyduğu daha görünür kılındı. Yanlış anahtarla yanlış kapıları zorlamaya kalkanların niyeti, atılan her somut adımla biraz daha açığa çıktı.

KAYNAK: TÜRKGÜN

HAZIRLAYAN: BURAK ÖZCAN

Cumhurbaşkanı Erdoğan, tarih boyunca maruz kaldığımız nice kirli planı boşa çıkaran asıl gücün iç cephe olduğunu, “İç cephe bizi biz yapan değerlerdir. İç cephe hedeflerimiz, bizim Kızılelma’mızdır” sözleriyle vurguladı.

Bu vurgunun, bugünkü sorunların çözüm adresinin yine iç cephenin sağlamlığında aranması gerektiğine işaret ettiği açıktı.

Bu işaretin ardından, uzlaşma alanlarının nasıl büyütülebileceği üzerine kafa yorulurken, Yavuz Ağıralioğlu uzun bir süredir kuracağı iddia edilen partisine isim bulma telaşındaydı.

Hâliyle Ağıralioğlu, o günlerde iç cephenin tahkimi konusunda söz edecek zamanı bulamadı.

Partisine bulduğu isimden anlaşılacağı üzere, yürüttüğü yoğun çalışmalardan dolayı kafasını kaldırmaya zaman ayıramıyor olabilirdi.

Ne var ki MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, terörsüz Türkiye hedefini belirleyen ve hedefi “örgütün feshi” noktasına kilitleyen “Teröristbaşı gelsin, DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşsun, terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın” sözleri gündem olduğunda, Ağıralioğlu sessizliğini bozmakta gecikmedi.

İÇ CEPHEYİ DUYMAYAN, TERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE SALDIRAN DİL

Yavuz Ağıralioğlu, yaptığı “İhaneti cesaretlendirecek tek bir söze tahammülümüz yok! İnfazı gerçekleştirilen bir cezanın mahkûmunu; öven, seven, savunan kim varsa aynı suçun faili sayarız! Milletimize sözümüzdür: Devlet yönetme irademize, milletimizin rızasının sandıktan çıktığı gün; teröre, teröriste, terörü destekleyene övgü düzen kim varsa; kim bu eli kanlı katillerin yanında saf tutuyorsa ‘Milletin Meclisi’nin kapısından giremeyecek! Milletin Meclisi’nden devlete parmak sallayamayacaktır! O vakit gelene kadar da sarsılmaz irademizle mücadele etmek için: Biz Varız!” açıklamasıyla meseleyi belirlenen stratejik hedefi üzerinden okumak yerine, cümleleri bağlamından koparıp yapılan çağrıyı “ihanet” parantezine çekmeyi tercih etti.

“İç cephe” çağrıları yapılırken kafasını parti kurma çalışmalarından kaldırmayan Yavuz Ağıralioğlu’nun, yine partisinin kuruluş dönemine denk gelen günlerde, üstelik içinde bulunduğu yoğunluğa aldırmadan terörsüz Türkiye çağrısına yönelik saldırılara başlamasının altında yatan neden neydi?

Bu durum kendi tercihi miydi, yoksa birilerinin yönlendirmesiyle mi şekillendi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrılarına sağır kesilenlerin, MHP Lideri Devlet Bahçeli konuştuğunda bir anda alarm durumuna geçmesi şaşırtıcı değil miydi?

DÜNÜN SÖZÜ, BUGÜNÜN İNKÂRI

Oysa onun, 2023 seçimleri öncesinde HDP/Kandil destekli Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermeyeceğini açıklayıp İP’ten istifa etmesinden hareketle izlenecek adımlara destek olacağını savunanlar vardı.

Ağıralioğlu bu beklentilerin tamamını boşa çıkaran açıklamalarına, parti kuruluşunu duyurdukları etkinlikte kullandığı “Kürtlerin haklarına, dertlerine cümle kurmak için Öcalan’dan medet uman alçaktır” sözleriyle devam etti.

O günden bugüne geçen sürede, 27 Şubat 2025 tarihinde terör örgütü PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan’ın yaptığı “PKK’nın anlam yoksunluğu ve aşırı tekrarı, ömrünü tamamlamasına ve feshini gerekli kılmasına yol açmıştır. Ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültürel çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine yanıt verememektedir. Bu koşullarda silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihî sorumluluğunu üstleniyorum. Devlet ve toplumla bütünleşme adına kongrenizi toplayın, karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” şeklindeki çağrının gözden uzak tutulması ve gölgelenmesi adına özel bir çaba sarf etti.   

“Öcalan’a kurucu önder dediniz. Alkış bekliyorsunuz bizden” diyerek meseleyi basite indirmeye çalıştı.

Yavuz Ağıralioğlu, yalnızca İP’ten ayrılırken takındığı tavır nedeniyle kendisinden terörsüz Türkiye’ye destek vereceğini düşünenleri boşa çıkarmakla kalmadı.

Asıl çelişkinin, yıllar önce yaptığı şu açıklamada saklı olduğu da ortaya çıktı:

“Abdullah Öcalan asılsın diye feveran etmeye gerek yok. Abdullah Öcalan gibi bir cani bile olsa, Türk devletinin adalet fikrinin, adaletle yönetim anlayışının zedelenmesine müsaade etmemek lazım. Devlet isterse serbest bırakır. Bırakır. Ama devlet bırakır. Hangi devlet bırakır? Bundan sonra hiçbir suistimali tolere etmeyecek bir devlet bırakır. Der ki: ‘Son noktaya vardığımda, senin özgürlük savaşı veya demokrasi havariliği yapmana izin vermem. Defolup gidersin dağa; bulduğum yerde de gebertirim seni’ der devlet. Karakollarının krokilerini verir devlet. Devlet, bir devlet olur; der ki: ‘Sizi serbest bırakıyorum, karakollarımın da krokileri… Vurun da görelim’ der. İşte bu devlettir aslında; bu bölgenin devleti, bu coğrafyanın sahibi olan devlettir.”

KARŞI ÇIKIŞIN GERÇEK ADRESİ 

Yıllar önce “devlet isterse bırakır” diyebilen bir dilin, bugün devlet iradesinin terörü bitirmeye yönelmesini “ihanet” olarak sunması hangi siyasi ihtiyacın sonucuydu?

Tüm hesaplar bir sonraki seçimlerin sonucunu bileceğini iddia eden anket şirketlerinin yönlendirmesine göre mi yapılıyordu?

Terörsüz bir Türkiye’nin mümkün hâle gelmesi, kaos üzerinden siyaset kurgulayanların elindeki tüm malzemeyi ortadan kaldıracağı için mi bu kadar rahatsızlık yaratmıştı?

Terörsüz Türkiye hedefinin, bazı yabancı başkentlerin kirli hesaplarını bozacağı gerçeği mi bu sert karşıtlığın temel sebebiydi?

ABD ve İsrail’in bölgesel planlarında kullandığı terör örgütünün devreden çıkması, kimlerin siyasi pozisyonunu anlamsızlaştırıyordu?

Bu yüzden mi bazıları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç cephe çağrılarını duymazdan gelip MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin sözlerine özel bir öfke duyduğunu belli ediyordu?

Ve en önemlisi…

Terörsüz Türkiye gerçeği yaklaştıkça, bu hedefe karşı kurulan her cümlenin, Türk milletinin birliğini hazmedemeyen siyonist ve emperyalistlere “ben buradayım” deme ihtiyacını taşıdığı artık inkâr edilebilir miydi?

Peki, bütün bu tablo yalnızca Yavuz Ağıralioğlu’yla mı sınırlıydı?

ENDİŞE MEŞRUDUR, SABOTAJ DEĞİL

Terörsüz Türkiye hedefiyle birlikte çıkılan yolda herkesin endişelerini dile getirmesi son derece doğaldı.

Nitekim bu bakış açısıyla, terörsüz bir Türkiye’nin inşası sürecinde karşılaşılabilecek muhtemel engellere dikkat çekenler olmadı mı?

Elbette oldu.

Zira böylesine uzun yıllara yayılan, ağır bedeller ödenmiş bir sorunun nihai biçimde sona erdirilmesine yönelik her adımın, toplumun farklı kesimlerinde soru işaretleri doğurması kaçınılmazdı.

Tam da bu nedenle oluşan soru işaretlerini gidermek amacıyla Mecliste kurulan komisyonun varlığı anlamlıydı.

Amaç, tek sesli bir süreci dayatmak değildi.

Kaygıları olanları, soruları bulunanları ve hassasiyetlerini dile getirmek isteyenleri dinlemekti.

Bu çerçevede başta şehit aileleri ve gazilerimizi temsilen yer alanlar olmak üzere, çok sayıda sivil toplum kuruluşunun komisyona davet edilmesi tesadüf değildi.

Milletin en ağır bedelleri ödemiş kesimlerinin görüşlerini doğrudan Meclis çatısı altında ifade edebilmesi, sürecin samimiyetinin ve şeffaflık iddiasının en açık göstergelerinden biriydi.

Ancak zamanla görüldü ki mesele, endişe dile getirmekle sınırlı değildi.

ENDİŞE Mİ, HESAP MI?

Asıl mesele, bu endişeler ifade edilirken yaşanan ya da yaşanması muhtemel hadiselere kimin meseleyi çarpıtma telaşıyla, kimin ise sağduyulu bir yaklaşımla eğildiğiydi.

Atılan tarihi adımları hesaplı birer siyasi manevra gibi göstermeye çalışanların, milletin iradesine değil de kendi korkularına tercüman oldukları açıktı.

Bu noktada belirleyici olan, kimin ne söylediği değil, neyi, nasıl ve hangi niyetle söylediğiydi.

Kimin sürece samimi bir sorgulamayla yaklaştığı, kimin ise daha en başından sonucu mahkûm etmeye çalıştığı kısa sürede ortaya çıktı.

Temkinli sorular sorarak yaklaşanlar ile peşin hükümler dağıtanlar arasındaki fark belirginleşti.

Sağduyulu olarak gelişmeleri dikkatle takip etmek ve her adımı kendi bağlamı içinde değerlendirmek gerekirken, reddiyeci tutumla yaşananları görmezden gelerek süreci boğmanın yolları aranıyordu.

Yani yaşanan hadiselere ihtiyatlı bir iyimserlikle yaklaşmak başka bir şeydi, süreci sonuçları ve ortaya çıkan gerçekleri yok sayan toptancı bir ret diliyle hareket etmek bambaşka bir şeydi.

Zaman ilerledikçe bu iki yaklaşım arasındaki mesafe daha da açıldı.

Terörsüz Türkiye hedefine doğru atılan her adım, kimlerin gerçekten meseleye çözüm aradığını, kimlerin ise çözüm ihtimalinin kendisini tehdit olarak gördüğünü daha görünür kıldı.

Endişe ile itiraz, temkin ile sabotaj arasındaki sınırlar netleşti.

Samimiyet ile hesap arasındaki fark saklanamaz hâle geldi.

15 Temmuz, Türkiye için her anlamda bir milattı.

Bu tarihten sonra FETÖ’cü hainler devletin tüm kurumlarından temizlenirken, terörle mücadelede de yeni bir dönemin kapısı aralandı.

Yurt içinde ve sınır ötesinde başlatılan kararlı operasyonlar, PKK başta olmak üzere ülkemizi hedefe alan tüm terör örgütlerine nefes alacak alan bırakmadı.

Hendeklerle şehirleri esir almaya çalışan PKK, güvenlik güçlerimizin eşsiz fedakârlığı sayesinde şehirlerden silindi.

Fırat Kalkanı’ndan Pençe Harekâtlarına uzanan bir dizi operasyonla Türk Silahlı Kuvvetleri, sınırlarımızın hemen yanı başına yuvalanmış terör unsurlarını tek tek imha etti.

Milli İstihbarat Teşkilatının nokta operasyonları ise örgütün üst düzey yöneticilerini birer birer devre dışı bıraktı.

Gelinen noktada Cumhur İttifakı’nın terörle mücadeledeki güçlü duruşunun etkisini inkâr etmek mümkün müydü?

Bu duruşun inkârı, sadece dün PKK’nın siyasi uzantılarının menfaatini gözeterek kurulan ittifakların peşinden koşanların yapacağı işti.

Kahraman güvenlik güçlerimizin mücadelesi, milletimizin devletinin yanındaki yekvücut duruşuyla birleşince, terörle mücadelede tavizsiz bir strateji hayata geçirildi.

Bugünkü “terörsüz Türkiye” hedefine somut adımlarla yürünmeye başlanmasının temelinde, 2016 yılından bu yana verilen bu mücadelenin başarısı yatmıyor muydu?

BU RAHATSIZLIK KİMİN ADINA?

Terörsüz Türkiye hedefinde gelinen bu aşamada, kimin gerçekten terörün bitmesini istediği, kimin ise bu ihtimalden rahatsızlık duyduğu artık örtülemez bir açıklık kazanmıştır.

Cumhur İttifakı bünyesinde yer almasına güvenerek, kendisini “anlaşılmayan” bir pozisyonda tuttuğunu düşünen isimlerin varlığı da malumdur.

O isimlerden biri, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici’dir.

Mustafa Destici, uzun süredir yaptıklarıyla terör örgütü PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan’a, “Ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültürel çözümler tarihsel toplum sosyolojisine yanıt verememektedir. Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” açıklaması yaptırılmasını güçlendirmek yerine dün PKK’nın siyasi uzantılarıyla defalarca ittifak yapmış ve terörle mücadeleye karşı çıkmış partilerin ağzıyla konuşmayı tercih etmektedir.

Destici, İsrail’den yükselen “PKK’nın silah bırakması İsrail’in çıkarlarını tehlikeye sokabilir” açıklamalarını hiç mi duymuyor?

Peki, İsrail’in Suriye’de SDG/YPG’yi silah bırakmama noktasında cesaretlendirmesinin yanı sıra, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’yle birlikte harekete geçerek Doğu Akdeniz ve Ege’de Türkiye’yi zora sokma çabalarını da mı görmüyor?

ABD’li yetkililerin bir gün “SDG’ye bağımsız devlet kurma borcumuz yok. SDG dediğimiz YPG’dir. YPG, PKK’nın bir türevidir. Suriye şunu savunuyor; federal bir sistemle Suriye olamaz” açıklamasının ardından başka bir gün, “PKK, Türkiye tarafından terör örgütü olarak tanımlanmıştır. ABD de PKK’yı yabancı bir terör örgütü ilan etmiştir. Ancak artık PKK ile ilişkili olmayan başka bir örgüt var, SDG ve YPG. Bunlar IŞİD karşıtı savaşta bizim müttefiklerimiz oldu. Onların kökeni PKK’ya dayanıyordu” açıklamasında bulunduklarını niçin sorgulamıyor?

Genetik kodlar gereği MHP’ye kapalı olan Mustafa Destici’nin algılarının açılması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç cephe çağrısına kulak vermesiyle mümkün olabilir.

Bizden söylemesi…

YARIN: MEDYANIN TERÖRSÜZ TÜRKİYE KARŞISINDAKİ SAFI

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Daha fazla yorum yükle...